''Kötüler''in iyi abisi...

Çevresi Süryani mağaralarıyla dolu, antik kayalıkların geçit vermediği o virane mahallenin arkalarını çok gizemli bulurdu çocuklar... Çünkü briketten gecekonduların arkasında ve kıpkırmızı toprakları çevreleyen bağların gerisinde koca bir tarih de yatıyordu... Ve o tarihin içerisinde, bilinmezlerin girdaplar yarattığı mağaralar, eskimiş dehlizler, duvar resimleriyle dolu kayalık koridorlar, Eyüp'ün makamına sabır taşıyan kayadan oyma su yolları, bir zamanlar kar depolanan "karlık"lar, dibine eski hikâyeler saklanmış sarnıçlar ve artık çoğu taşlarla dolmuş antik kuyular da vardı... Kış gecelerinde kuytuların yankılandığı Süryani mağaralarıyla ilgili çok ilginç hikayeler anlatırdı büyükler... Mangalın üzerine örtülen koca bir yorganın altındaki "tandır" keyfine korku hikayelerinin yoldaş edildiği uzun gecelerin ürkütücü sessizliğini sadece kaçakçı atlarının nal sesleri değil, o mağaralarda adeta pusuya yatmış gizemli uğultular da bozardı... Yaz aylarında sıcaktan buhar yükselen tepelerin her köşesindeki antik eserlerin adeta eski sahiplerini aradığı garip bir mahalleydi orası... Babalar Suriye'de kaçakta, anneler damlarda atları gözlerken çocuklar elleri yüreklerinde beklerdi o mahallede büyüklerini... Tömbeki kokan eski zaman adamlarının nasırlı ellerinde ise sadece kehribar tesbihleri ve sarma sigaraları yoktu... Kaçak çay bardağından yükselen kokunun damarlarına, Suriye'de nice kaçakçının canını alan mayının korkusunun da sindiğini bilirdi o adamlar... Kaçakçı mahallesinin çocukları... Karanlık kış gecelerinde; upuzun boyuyla dedelerimizi yakasından tuttuğu gibi (!) virane bir evin penceresine oturtan, bazen içinde mağara bulunan avlularda gezinen ve kimi zaman da farklı kılıklarda "Metekin" ya da (Gulyabani) diye nitelendirilen hayaletlerin rivayet edildiği bir tuhaf mekandı Kötüler Mahallesi... İşte gecenin karanlığında, gizemli varlıkların insanların karşısına çıktığını tasvir eden korku hikâyelerinin inatçı dinleyicileri de o mahallenin garip çocuklarıydı... Adını Mezopotamya dağlarında yaşayan "Guti" kavminden alan Urfa'nın Kötüler Mahallesi'nden Suriye'ye canlı hayvan götürüp dönüşte çay-kahve-kumaş ve benzeri malzemeler getiren mazlum kaçakçıların çocuklarıydı hepsi... Gecenin karanlığında Süryani mağaralarında saklambaç oynayan, "Kolcu-Kaçakçı" oyunuyla babalarının polisle kovalamacasını taklit eden, çelik çomakla umutlarını Kötüler Mahallesi'nden uzaklara fırlatan, telden arabalarını balçıklardan sürerek gizemli hayaller kuran ve de çoğu zaman yokluklarını ekmeklerine katık eden çocuklardı onlar... "Ovada yatan kraliçe" diye nitelendirilen Suriye bozkırından "insan eksen filiz verir" denilen Harran topraklarına dört nala giden kaçakçı atlarının, Süryani mağaralarının arkasına gizlenerek, polisin-bekçinin ortalıktan çekilmesini beklediği anlarda, damlarda onları gözleyen yine o korkusuz çocuklardı işte... O çocuklar; Kızılhaç'ın Avrupa ülkelerinden toplayarak Lübnan'a, oradan da Suriye'ye gönderdiği, Urfalı kaçakçıların da Halep'ten Urfa'ya getirerek, kaçak yollardan Batı kentlerine götürdüğü kıyafetlerin balyalarını açmayı, ceplerini aramayı ve içlerinden çıkan mendilleri, yabancı paraları tombala çekercesine toplamayı da bir eğlenceye dönüştürürlerdi... O çocuklar, sabahın erken saatlerinde okula gitmeden babalarının küçük balyalar haline getirdiği ceketleri, yelekleri, takım elbise ve paltoları Kötüler Mahallesi'nin daracık sokaklarından Kaçakçı Pazarı'na polis kovalamacasında ulaştırırlardı... İşte o çocukların arasında kimi şark çıbanlı, kimi yüreği yaralı, kimi bir omzu yıkık, kimi garip ve kimi de oldum olası mazlum sabiler vardı... Ve tabii ki Kötüler'in içinde, iyi yürekli abiler de hep en öndeydi!.. Anılarda koşan Abdullah... Kaçakçılığın henüz bitmediği 70'li yılların sonunda o iyi abinin 7 kardeşi vardı... 1980 sonrası bir tane daha oldu... Çok küçüktü hepsi... Tıpkı Kötüler Mahallesi'ndeki diğer çocuklar gibi onlar da babalarının at sırtında mayınlı arazilerden taşıdığı, korkuyla yoğrulmuş ekmeklerle büyümüşlerdi... Adını, kaçakçı dedesinin bebekken ölen kardeşi Abdullah'tan alan o küçük abi, feodal acımasızlığın ekmek kavgasında yalnız başına direnenleri bazen esaret içine aldığı bir mahallede, sadece babasıyla birkaç kez kaçağa gitmemiş, aynı zamanda o kaçak ekmeklerle büyüyen küçük kardeşlerinin de koruyucusu olmuştu...