Hizbullah 22 yıl sonra ne yapacak..

Kanla barutun, dehşetle kaosun, terör ve vahşetin korku filmlerine nakşolan manzaraları değildi onlar... Yüzlerinden kan savrulan figürlerin televizyonlara yansıdığı dizi filmlerin ürkütücü sahnelerine de benzemiyordu o görüntüler!.. Hepsi birbirinden korkunç, hepsi birbirinden sarsıcı ve hepsi birbirini izleyen zincirleme öfkenin ölümle sonuçlanan oyunları değildi insanı tüketen şiddet sarmalı... Paravan olarak kullanılan kitapevleri, silah saklanan camiler, medreseler, sinsi eylemlerin planlandığı hücre evleri, hedef seçilen kurbanlar, harekete geçirilen üç kişilik eylem grupları, Takarovlar, satırlar, sopalar ve saldırılar... saldırılar... saldırılar... Güneydoğu'nun kuytularında; korkunun egemen olduğu caddelerde, sokaklarda çevresini sorgulayan ürkütücü gözler, hedef gösteren sarsıcı bakışlar ve planlar... planlar... planlar... Kaçırılan insanlar, yer altında sorgulamayı bekleyen kurbanlar, domuz bağının kıskacında tutulan gariplere ağır işkenceler ve ölümler... ölümler... ölümler... İşte tüm bu sarsıcı, ürkütücü, korkutucu; bazen öfke, bazen kan saçan ve sonu nihayetinde ölümle biten, Doğu'nun klasik şiddet manzaralarıydı bunlar... TERÖRİST, KURBAN VE AJAN!.. Diyarbakır'da; bir zamanlar tarihî surların dibinde, kaçak çay satılan köhne kahvehanelerin derme çatma kürsülerine oturmuş üç kişi görüldüğünde, kuşku zihinlerde rotası belirsiz bir Takarov mermisi gibi oraya buraya savrulur dururdu... Biri terörist, biri kurban ve biri de muhtemeldir ki ajandı onların... Sadece Diyarbakır'da değil, Batman'dan Mardin'e kadar uzanan şiddet çizgisinin karanlığa bulanmış görüntüleri içerisinde, adına "faili meçhul" denilen sansasyonel eylemlerin çatıları oluşturulurken, işte yukarıdaki manzaralar birer tuğla gibi üst üste konulur ve nihayetinde en altındaki tuğla çekildiğinde de birileri ölürdü!.. Akşamın alacakaranlığında; Diyarbakır Dağkapı'da, sur dibinde, faili meçhulün her an cirit attığı Bağlar'da, Mardin'in gizemli taş sokaklarında, Batman'ın İpragaz Mahallesi'nde, köhnemiş dükkanların pas tutmuş kepenkleri gürültüyle indirildiğinde, sessizlik ortalığa hâkim olduğunda, tüm insanlar evlerine çekildiğinde, işte kurbanlar canlarını kurtarmak için köşe bucak kaçarken, gözcü- koruma-tetikçi üçgeninde çark oluşturan katiller eyleme geçerdi... Sorgulanacaksa kurban bazen bir beyaz Toros'un, bazen bir minibüsün arkasına apar topar atılır, bir kırsal köyde, yer altındaki sorgu merkezine götürülür, orada aylar boyu sonunu beklerdi... Örgüte göre imha edilmesi gerekenler ise işte o gözcü-koruma-tetikçi üçgeninden savrulan bir Takarov mermisinin ensesine savrulması ile yere düşer ve çığlığı Diyarbakır'ın, Batman'ın, Mardin'in sessizliğe bürünmüş sokaklarındaki son isyan olarak savrulur giderdi!.. Analar ağlardı sadece bu kahrolası ölümlerde ve gerideki her şey, kimin ya da kimlerin işine gelirse, faili meçhul kalırdı!.. FAİLİ MEÇHULLER, ÇÖKÜŞLER VE PARTİ!.. Kimler yoktu ki hedefte.. Çayhane sahipleri, kasaplar, manavlar, öğretmenler, muhtarlar, Mehmet Sincar gibi vekiller, Namık Tarancı gibi gazeteciler, Gonca Kuriş gibi kadın aktivistlerle her kesimden kurbanların yüzlercesi... Yeraltı sığınaklarında farelerin insafına terk edilen, zincirlenmiş mahzenlerde sorgulanırken ölümü bekleyenlerin ya da mezar evlerde iskeletleri sergilense de, yok olup gidenlerin sayısı hiç bilinmedi... Sokaklarda satırla ya da Takarovlarla katledilenler, yüzlerine, bacaklarına kezzap atılanlar, camileri, medreseleri, kitapevlerini hücreleşmek için kullanırken, sayıları bazen binlerce ile ifade edilen militanlar vardı bu korkunç olayların arkasında... Dinci terörün önce kendi arasındaki fraksiyonlarla, sonra PKK ile ardında da devletle çatıştığı 1990'lardan 2000'lere kadar giden süreçte Güneydoğu'da korkunun egemen olduğu sokaklarda,