Hazreti Muhammed ve Şarlman: Roma'nın çöküşü ve İslam'ın yükselişi
"Hazreti Muhammed ve Şarlman" kitabının yazarı Henri Pirenne'nin temel tezi: Batı Roma İmparatorluğu, Germen kavimlerinin istilasıyla değil, Müslüman Devletlerin yükselişiyle çökmüştür.
Roma'nın kilisesini, kurumlarını, hukukunu, Latincesini, alt yapısını, şehirlerini, kültürünü ve ticaretini kısaca bütün medeniyetini benimsemek isteyen yani Romalılaşmak isteyen kuzeyli barbar kavimlerin asıl amacı Romayı yıkmak değildi.
Çünkü Germenler Roma'ya, Roma'yı yıkmak için değil Roma Vatandaşı olmak için saldırıyorlardı.
Öte yandan Arabistan'dan çıkan ve Roma İmparatorluğunun Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika topraklarını işgal eden Müslüman Araplar, kendi inançlarının ve değerlerinin üstünlüğüne inandıkları için Roma Değerlerinin peşinde değillerdi.
Bu özgüvenle, Roma'nın Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika bölgelerini fetheden Müslümanlar, buradaki halkları Müslümanlaştırmakla kalmadı zamanla Araplaştırdılar.
Kitabın diliyle söylersek: Germen Kralı Şarlman Romalılaşabilmek için Romayı işgal ederken; Hz. Muhammed, işgal ettiği Roma'da, halkları hem Müslümanlaştırdı hem de Araplaştırdı.
Bugün Arap diye bildiğimiz Güney Akdeniz ülkeleri Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas Halklarının etnik kökenleri içinde Araplığın payı 5 bile olmayabilir.
Peki birbirine zıt bu iki gelişme nasıl olabildi
Henri Pirenne'den ilhamla:
Germen Kralları yeni bir din, dil ya da yeni kültür istemiyorlardı; aksine, mevcut güçlü ve kurumsallaşmış Roma Devletine entegre olmak istiyorlardı.
Ancak paradoksal bir şekilde, bu süreçte hem Hristiyanlaştılar hem de Latin dili ve kültürüyle biraz daha bütünleştiler.
Germenler, gerçekte bir yanılgı içindeydiler çünkü işgalleriyle, güçlü ve parlak bir medeniyete değil zayıflayan ve sönümlenen bir medeniyete dahil oluyorlardı.
Germen Krallar işgal ederek dahil olmak istedikleri Roma Medeniyetinin üstün idari yapısını ve kurumlarını benimseyip güçlenmeye ve Roma'yı güçlendirmeye çalışırken; işgalleriyle, Roma İmparatorluğunun mevcut idari ve kurumsal yapısını biraz daha zayıflattılar.
Germen Kralları, işgalleriyle Batı Roma İmparatorluğunu bir süre daha ayakta tuttuysa da sonuçta çok zayıflattılar.
Yükselen İslam Devletleri, varlığı silikleşen ve çok zayıflayan Batı Roma İmparatorluğunu çok zorlanmadan Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'dan tamamen silip attılar.
Batı Roma İmparatorluğu Kuzey Afrikayı kaybettikten sonra bir daha dirilmemek üzere tarihten silindi.
Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla Avrupa kıtası, kendi 'Karanlık Orta Çağlarına' doğru bir kaçınılmaz bir sürece girdi
Öte yandan Doğu Akdeniz ve Afrika'nın yeni fatihleri Müslümanlar, kendilerini eşi benzeri olmayan değerlere sahip bir topluluk olarak görüyorlardı.
Roma İmparatorluğunun yasalarını, kurumlarını ve yönetim yetkinliklerini öğreniyor fakat aynısını değil kendi kurumlarını geliştiriyorlardı.
Müslümanlar, işgal ettikleri Roma şehirlerini ya bir cami etrafında yeniden yapılandırıyor ya da yepyeni şehirler inşa ediyorlardı.
Kendi dünya tasavvurlarına uygun mimarileri ve işlevleri olan yepyeni şehirler uçsuz bucaksız İslam Coğrafyasında her geçen gün daha ileri bir medeniyetin simgeleri gibi yükseliyorlardı.
Maddi alandaki bu başarılara rağmen esas odaklandıkları konu, yönettikleri toplumu inanç, lisan, hukuk ve kültür üzerinden dönüştürmeye çalışmaktı.
Tarih Roma'nın ürettiği dünyayı tavan arasına atıp eskitirken, yepyeni bir medeniyetin gelişip yükselmesi için bütün fırsat kapılarını Müslümanlar için ardına kadar açmıştı.
DOĞU AKDENİZ
Büyük İskenderin M.Ö. 323 yılında ölümünden sonraki üç yüz yıla tarihçiler "Helenistik Çağ" diyorlar.
Helenistik Çağ'da, bugünkü Yunanistan'dan Doğu Akdeniz'e kadar olan bölgede neredeyse herkes Grekleşmişti (Yunan) çünkü neredeyse bütün bölgede hem resmi hem de kültürel dil Grekçe (Yunanca) olmuştu.
Tevrat'ta Grekçe tercümeleri yapılmış ve Yahudiler bile İbranice'yi terk edip Grekçe konuşup yazmaya başlamıştı.
Klasik Tarihçiler Roma İmparatorluğunun Doğu Akdeniz'e gelmesiyle Helenistik Çağ'ın son bulduğunu ifade ederler.
Romalıların resmi dili Latince'ydi. Sonra Latince'yle beraber Grekçe'yi de (Yunanca) resmi dil olarak benimsediler.