Sınırsızlık sarmalında arkadaş seçimi

İnsanı kendisine en yakın canlı olan hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerinden biri his ve duygularının serbest bırakılışı, his ve duygularına sınır getirilmemiş bulunmasıdır. Bu hal ve keyfiyet onu yüceler yücesi mertebelere çıkaran ya da kendi cinsinin bile esfeline atan özelliktir. İnsan kendisinde mevcut his ve duygulardan müspet olanları ne ölçüde inkişaf ettirir ve yine kendisinde mevcut menfi his ve duyguları ne ölçüde aşağıya çekebilirse o nispette insandır, insan denilmeye layık bir varlıktır. Eğitimden, terbiyeden gaye ve maksat da zaten bu neticeye ulaşmaktır, öyle de olmalıdır. Böylesi bir netice hâsıl etmeyen eğitim eğitim değildir, böylesi bir maksada hizmet etmeyen terbiye terbiye değildir. İnsanın his ve duyguları sınırlandırılmadığına göre, onun inkişafının da bir sınırı olmamalıdır. Yoktur da. Bu hayır yarışında her insan daim kendi rekorunu kırar; bir mertebe sonrası bir öncekinden sürekli daha hayırlı olur. Her defasında denize ulaşır, ikinciye ulaştığında önceki deniz onun yanında bir katre gibi kalır. Ulaştığı güneştir; ikinci güneş birincisini titrek bir mum haline getirir. Ve bu yükseliş hep böyle devam eder. Bazen tekrar başa döner. Sanki daha önceki yükselişleri hiç yaşamamış gibi olur. Zıt duyguların kıskacında neye uğradığını anlayamaz. Güneşle arasına siyah, kalın bulut kümeleri girmiştir. Daha önce kendisi güneş iken şimdi güneşten bir küçük şuleyi arar olmuştur. Sökün edip üzerine üşüşen varitler de kesilmiştir. Tek bir varit bile şimdi ona manevi irtibatını tescilleme adına yetecektir. Nefesi kesildiği, bittim, tükendim dediği şu an, esasen onun metafizik şahlanışı adına okun yayda