O bir reşhaydı. Üstad Nursi'nin "Öyle bir reşha ki, kendi zatında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki; ona dayanıp "Zühre" gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki; onunla görünsün. Başka şeyleri tanımıyor ki, ona teveccüh etsin. Halis bir saffeti var ki, güneşin timsalini göz bebeğinde saklıyor." dediği reşha
Güneşi davası olan reşha Davasının ışık hüzmelerinden başka her şeye gönlü, kalbi, ruhu, latifeleri kapalı reşha Acz, fakr, şefkat, tefekkür, şükür ve şevk hatvelerinin hepsini insibağ yoluyla bir lahzada aşan, Üstadıyla daha ilk görüşmede iptida ile intihayı cem etme zirvesine yükselen reşha
On Dokuzuncu Sözde, on dört reşha ile anlatılan Peygamber Efendimize ait vasıfları olması mümkün keyfiyette mahiyetine yerleştiren; ve onları başka bir boya ile kesifleştirmeden çevresine aksettirme başarısını son atmış yıllık davasına adanmış ömrünün bütününde hiç kesintiye uğratmadan gösterebilen reşha...
Çok yönlü mükemmel şahsiyetini, Uhuvvet Risalesinin büyük havuzunda eritmiş; istidat ve kabiliyetine kaderden gelen inkişaf emriyle uçsuz bucaksız bereketli bir ummana dönüşmüş reşha
İhlas risalesini mahiyetinin her zerresine içirmiş; ihlas kendisinde ete kemiğe bürünerek öz hakikatiyle görünür olmuş ve imanıyla, niyetiyle, ameliyle muhlas payesine ulaşmış reşha Ona göre, ihlası kazanmanın yolu huzuri iman, onu elde etmenin yolu da iman hakikatlerini sürekli anlayarak okumaktır. Öyleyse ihlas risalesini okumak bütün bir Risale-i Nur Külliyatı'nı okumak demektir.
İbrahim Hulusi Yahyagil gibi hırkayı kaftanın altına giymiş bir mana sultanından bahsediyoruz. Küçük yaşta kışla denilen Peygamber Ocağına intisap etmiş; yirmili yaşlarda Çanakkale muharebesine katılmış; aldığı ağır yaralarla şehadeti beklenirken ileride yapacağı hizmetlerin şefaatiyle kendisine yetmiş yıllık bir ömür daha verilerek hayata döndürülmüş; o da kendisine verilen bu ömrün özellikle son atmış yılını bir başka Peygamber Ocağı olan Nur Hizmetinde tüketerek şükürle mukabelede bulunmuştur.
Rabbiyle arasındaki aşkın halleri bilmemiz elbette mümkün değildir. Fakat zahir hayatı bütünüyle Nur hizmetine vakfedilmiş olarak sürmüş, ömrünün son dakikasına, son anına kadar hizmet yörüngesinden bir an, bir saniye ayrı düşmemiştir.
Hz. İbrahim nasıl oğlunu kurban ettiğini gördüğü rüyasını tevil, tabir etmeden tasdik etmiş ve ardından "Rüyanı tasdik ettin"(Saffat, 105) iltifatına mazhar olarak sıddıkiyet makamına ulaşmışsa; İbrahim Hulusi Yahyagil de Üstadından aldığı hiçbir dersini ayrıca tevile tabi tutmayarak tasdik etmiş; büyük küçük demeden bütün emirleri hangi şartlarda ve ne pahasına olursa olsun uygulamaya koymuş; prensiplerinden asla ödün vermeden mevcut ısrarını sürdürmüş ve bu sabit karakterli hali onu sıddıkiyet mertebesine ila etmiştir.
Bediüzzaman onu hemen keşfetmiş, o da Üstadını keşfetme cehdine düşmüş ve neticede daha Barla'daki ilk buluşma ve görüşmede (14 Nisan 1929) kırk yıllık bir dostluk halesi oluşmuş; her iki taraf da bu dostluk halesini rencide edecek en küçük bir arızaya meydan vermeden her geçen gün artan bir muhabbet ve sevgiyle Allah için olan bu hılletlerini ebediyetle taçlandırmışlardır. Yani onlar fani dünyadan ayrılırken her ikisi de birbirinden razı; Cenab-ı Hakk da her ikisinden razı olarak ahiret yurduna intikal etmişler; ve bir daha ebediyen ayrılmamak üzere berzahtaki buluşmalarını gerçekleştirmişlerdir.

150