Din hayatın hayatıdır

Din, akıl sahiplerini, kendi iradeleriyle, bizzat iyiye, güzele ve hayra sevk eden ilahi kanunlar bütünüdür. Akıl sahibi olmayanlar dinin muhatabı da değillerdir. Dinde, kabul bağlamında herhangi bir zorlama yoktur. Çünkü din, bütün meselelerini iman esası üzerine kurar. İman ise, kalbin tasdikinden ibarettir. Baskı ile zor kullanarak kalbe bir şeyi kabul ettirmek imkanı olmayacağına göre, dinde zorlama da olamaz. Ne ki din, kendini kabul etmiş bulunanlara emir ve yasaklarla bildirilerde bulunur; dini kabul eden zaten buyruklarını da baştan kabul etmiş sayılır. Dolayısıyla, böylesi emirler, yasaklar ve müeyyideler zorlama anlamına gelmez. Dinin sevk ettiği, iyi, güzel ve hayır göreceli değil zatında bu özelliklere sahip olanlardır. Bir fiilin zatında iyi, güzel ve hayır olması ise, onlara zatında bu değerleri verme yetkisi bulunanın onayı ile ancak gerçeklilik kazanır. Bu yetkili, insanlar ya da başka yaratılmışlar olamaz. Çünkü, insanların ya da diğer yaratılmışların tercihleri kendi istidat, kabiliyet ve hevesleri ile maluldür. Öyle ise onlar, bu manada iyinin, güzelin, hayrın mutlak tayin edicileri olamazlar. Bu tercih edici, mutlaka her türlü kayıttan, her türlü sınırlamadan münezzeh ve mukaddes bir konumda bulunmalıdır. O da bütün iyiliğin, güzelliğin ve hayrın gerçek sahibi olan Allah'tır. Ki, neye iyi, güzel ve hayırlı derse; ancak öyle dedikleri öyledir. Dinin diğer özelliği ise, bu kanunların Allah tarafından konulmuş olmasıdır. Beşeri kanunlara hakiki manada din denemeyeceği gibi, ilahi kanunların bütününü birden kabul etmeyen düşünce, zihniyet ya da kültürel alışkanlıklara, örfi teamüllere de din denemez. Diğer dinler, özlerini korudukları ölçüde İslam oluşlarını da korumuşlar, koruyamadıkları ölçüde de İslam'dan