Ayet'ül- Kübra risalesinde kısa bir gezinti

Ayet'ül- Kübra risalesinde kısa bir gezinti

LATİF ERDOĞAN

Bu bir iman yolculuğudur. Bu bir marifetullah yolculuğudur. Bu bir muhabbetullah yolculuğudur. İç içe girmiş; fakat her biri ayrı bir buutta gerçekleşen bu yolculuğun nihai hedefi, insanın kendini, kainatı tanıması, bu tanışlığın ardından kendisinin ve bütün varlığın gerçek sahibi ve yegane yaratıcısını tasdik makamında bilip kabullenir hale gelmesidir.

Elbette bu tasdik ve kabulleniş, bu biliş ve tanıyış, onu kendi yaratılış gayesine, kainatın yaratılış hikmetine ulaştırmalıdır. Bu gaye ve bu hikmetin özü ise kulluktur. "Ben insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım" buyruğuna uyumlu hal almaktır.

Hedeflenen, kuru diyalektik değildir. Hedeflenen bir iç muhasebe, batıni derinleşmedir. Zahire sızanlar, küpün sızdırması kabilindendir. Onun için herkes gezgin olmalı, bu yolculuğu kendisinde ve kendisi için yapmalıdır. Afakta dolaşırken de kendisinin bütün alemlerin kendisinde dürülü olduğu bir alem olduğu bilincinde olmalıdır. Afaki ve enfüsi yolculuğu bu şuura düğümlemelidir.

Bu yolculukta, akıl ile kalp el ele yürümelidir. Hangisinin nerede nasip payı varsa o yer ve yöreye uğramadan geçilmemelidir. Bilgi akla, keşif ve ilham kalbe kapı aralamalıdır. Ayrıca nefis, acizliğini, fakirliğini, hiçliğini göre göre terbiye edilmeli; benlik her türlü yanıltıcı iddiadan arındırılmalıdır.

Gezginimiz önce gökyüzünün nur yaldızıyla yazılan güzel yüzünü görür. Onunla sohbet eder. Gökyüzü ona "Bana bak! Aradığını sana bildireceğim" der. O da bakar görür ki…

İkinci gördüğü feza denilen uzaydır. Harikalar diyarı olan uzay boşluğu gürültü ile konuşarak onu kendine çağırır. "Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir, bulabilirsin" der. Gezginimiz onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar. Müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki…

(Burada merak kelimesi dikkatimizi çeker. Fakat merak ayrı bir makale konusudur.)

Gezginimiz, uzaydaki bulut, rüzgar, yağmur, şimşek, gök gürültüsü gibi olayları hikmet süzgecinden geçirerek tahlil eder, aklıyla konuşur, bütün bu olayları eserden müessire, sebepten sonuca ulaşmak anlamında "burhan-ı inni" metoduyla izaha kavuşturur; gördüğü her şey onda irfana dönüşür, birer ışık demeti olur.

Yolun burasında, sanki her varlık birer vahdet delili olmanın yarışına girmiştir. Gezginimize dünya seslenir. "Gökte, fezada, havada ne geziyorsun Gel ben sana aradığını tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sayfalarımı oku!" der. O da bakar görür ki…

"Sonra o mütefekkir yolcu, her sayfayı okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip ve manevi terakkiyatın miftahı olan marifet ziyadeleşip ve bütün kemalatın esası ve madeni olan iman-ı billah hakikati bir derece daha inkişaf edip manevi çok zevkleri ve lezzetleri verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; sema cevv ve arzın mükemmel derslerini dinlediği halde "daha yok mu" deyip dururken denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekarane cuş u huruşla zikirlerini hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile: 'Bize de bak, bizi de oku' derler. O da bakar görür ki…"