Ağır bilanço

Ağır bilanço

LATİF ERDOĞAN

Kırılgan bir dünyada yaşıyoruz. Sabitelerimiz ile aramıza giren mesafeler gün güne artıyor. Ya onlar bizden ya da biz onlardan uzaklaşıyoruz.

Örf ve adetlerimiz, kadim kültür ve dini değerlerimiz bilinmezliğin perde perde arkasına sinmişse pek çok sabitemiz bizden uzaklaşmış demektir. Onlar diri iken biz ölüye dönmüşsek, biz onlardan sonsuz mesafe öteye düşmüş sayılırız. Yeni bir dönüşe, yeni bir dirilişe ihtiyacımız var. Ya da yeniden buluşmaya

Toplu taşımada bir anneyi görüyorum. Elindeki telefona bakma uğruna kucağına iğreti gibi oturttuğu çocuğunun iç çekişlerine, yanaklarına süzülmüş gözyaşlarına ve ilgi dilenen sarılışlarına ara sıra umursamaz bir gözle bakıyor ve yüz mimiklerinin sırıtışı ile ne izlediği belli telefonuna bakmaya devam ediyor.

Bir çağrışımla kırk beş sene öncesine gidiyorum. Almanya'dayım. Buzlu zeminde kayıp kolu kırılan bir talebemin ziyaretindeyim. Orada bulunanlardan birinin söyledikleri hafızamda bütün tazeliği ile duruyor. Alman doktorlar şöyle dermiş: Bir hasta çocuğun başında gözyaşı döken bir anne varsa mutlaka Türk'tür. Alman kadınlar hasta çocuklarını bir eşya emanet eder gibi hastaneye yatırır bir daha da ilgilenmezler.

Bir başka çağrışım da beynime kıymık gibi saplanıyor. Otuz altı yaşına kadar onlarca ölümcül hastalıkla mücadele eden oğlum Metin'in başında koruyucu melek gibi duran abide şahsiyet eşimin sabrı aşan metanet, rıza ve teslimiyetle ömrü boyunca ona bakışı; en küçük sıkıntısını bile büyük bir hassasiyet ile göğüslemeye çalışışı, son dört senesinde bilfiil hastanede birlikte bulunuşumuz; oğlumuza verdiği böbreğin ertesi gününde onun aramızdan ayrılışına döktüğü hâlâ dinmeyen gözyaşları

Dikkat edin, annelik bağları çözülüyor. Biyolojik bağdan ibaret kalıyor. Bundan sonrası mekanik bağ. Anlamsız, duygusuz, şefkatsiz, ölü ve hissiz

Yazmak ebedi konuşmaktır. Halbuki şimdi yazdıktan bir-iki saat sonra çöpe atılmaya mahkum içerikte yazılar yazılıyor. Hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, hiçbir değerle tanış olmayan, küstahlıkta pik yapmayı marifet sanan bu yazılar aslında tefekkür yanımızın nasıl tahrip olduğunu, ilhama açık yanımızın nasıl kuruduğunu gösterir belgeler

Aksini ispat eden yazılar yok değil. Fakat şimdilik sadece birer ürperti. Üslup kazanabilirlerse birer kimliğe de bürünmüş olacaklar. Kimlik, yani onu o yapan ve onu başkalarından farklı kılan özellik.

Kendimizden kaçar gibi okuma alışkanlığımızı terk edebilirsek onları keşfetmemiz mümkün. Bu kötü alışkanlık aslında marifeti de öldürüyor. Marifet iltifata tabidir de ondan