Mülteciler Sorunu: Irkçılığın Ateşi mi, Rahmetin Serinliği mi

Şevket Süreyya Aydemir'in yakın tarihimizin siyasal ve toplumsal değişim ve kırılmalarını kendi hayatı üzerinden muazzam tasvirlerle bizlere aktardığı "Suyu Arayan Adam" isimli otobiyografik eseri nasıl başlardı, hatırlar mısınız Bulgar çeteler tarafından yakılan, yağmalanan mahalle, çiftlik ve köylerde kadın-erkek demeden katledilen insanların acılarının toplumun üzerine nasıl bir kasvet ve ümitsizlikle çöktüğünü öylesine etkileyici tasvirlerle anlatır ki kitabın akışı içerisinde sizin de kalbiniz binbir zorluk içerisinde can havliyle Rumeli'den Edirne'ye atan muhacirlerden biri gibi gümbür gümbür atmaya başlar. Irkçı-Provokasyonlara Karşı Biz Ne Yaptık Suriyeli ve Afgan mültecilerin Türkiye için büyük ve öncelikli bir tehdit olduğu, Türkiye'nin demografik ve kültürel yapısını olduğu kadar ekonomik ve siyasi yapısını da sarsıp bozduğu yönünde korku senaryoları yazılıyor. Korku senaryoları yazılıyor, felaket tellalları ortalıkta cirit atıyor ancak hemen hiçbir şehir ve ilçede, hiçbir mahalle ve sokakta Suriyeli veya Afganlı mülteci dolayısıyla bir korku veya felaket yaşanmıyor. İnsanlar işine gücüne gidiyor, evinin kirasını, elektrik ve suyunun faturasını ödüyor, camide cemaate katılıp marketten pazardan alış verişini yapıyor, çocuklarını okula gönderiyor. Sorun yok mu, sıkıntı değil mi Elbette sorunlar var, sıkıntılar çok. Fakat kimi kanuni düzenlemelerle kimi zaman içinde iletişim ve ilişkilerin daha sağlıklı bir zemine oturtulmasıyla aşılacaktır. Öncelikle hatta acilen yapılması gereken iş, yalan ve iftira üzerine kurulan ırkçı-ayrımcı kampanyaların, toplumu Suriyeli ve Afganlı mültecilere karşı kin ve nefretle düşmanlığa teşvik eden ulusalcı-faşist söylemlerin önünü kesmektir. Sosyal medyayı takip ederseniz Türkiye en ücra köşelerine, en mahrem