Siyaset Milletle Yapılır

3 Kasım 2002'de AK Parti seçimleri kazanıp tek başına iktidar olduğunda muhalefetin hakim söylemi takiyye üzerineydi. AK Parti'nin siyasal İslamcı, Türkiye'deki rejime düşman, irticacı bir parti olduğunu iddia ediyorlardı. AK Parti'nin değişim söylemimin askere ve sair laikçi zinde güçlere karşı bir kalkan olduğunu, aslında Recep Tayyip Erdoğan ve AK Partili diğer isimlerin değişmediğini öne sürüyorlardı. Takiyye söylemi aynı zamanda içerisinde İran'daki molla rejimine dönük bir gönderme de barındırıyordu çünkü takiyye şii inancının önemli unsurlarından biridir.

Takiyye söylemi ve İran imaları toplum nezdinde karşılık bulmadı. AK Parti iktidarda olmasına rağmen herhangi bir gizli ajandayı uygulamaya koymadı. Aksine ülkede adalet ve özgürlüklerin önündeki engelleri birer birer kaldıran büyük atılımlar yaptı. AK Parti'nin özgürlükçü ve adaletçi politikalarına karşılık takiyye söylemi "ılımlı İslam" ile yer değiştirdi. Yeni iddia AK Parti'nin "İran gibi siyasal islamcı" değil "Malezya ve Endonezya gibi ılımlı İslamcı" olduğu yönündeydi. AK Parti bir yandan batıya yanaşırken diğer yandan da batıyı çok fazla rahatsız etmeyecek bir "ılımlı İslam" rejimi kurmaya çalışmakla suçlandı. İran gitti, yerine Malezya ve Endonezya geldi. Ilımlı İslam söyleminin tamamlayıcısı ise "emperyalist kuklası" olmaktı. Recep Tayyip Erdoğan'ın "BOP eşbaşkanı" olduğunu ileri sürdüler. Ülkeyi bölmek, doğu ve güneydoğuda bir Kürt devleti kurmak yönündeki ABD planlarına destek olmakla suçlandı. ABD'nin AK Parti iktidarını bunun için desteklediğini söylüyorlardı. İddialarına göre Recep Tayyip Erdoğan İsrail'den madalya bile almıştı.

İftira, yalan dolanla dolu bu muhalif söylem de beklenildiği gibi toplumda karşılık bulmadı. O zamanlar FETÖ'nün de söylemsel desteğini iyiden iyiye almaya başlayan muhalefet diktatörlük lafını dolaşıma soktu. Türkiye'nin hızla otoriterleştiğini, Recep Tayyip Erdoğan'ın da bir diktatör olduğunu gevelemeye başladılar. Bu arada diktatör dedikleri Erdoğan kıyasıya seçim yarışına giriyor, darbelerle mücadele ediyor, ülkedeki özgürlük seviyesini arttırmak için askeri ve bürokratik vesayetle mücadele ediyordu. O da olmadı. Batı medyasının verdiği destekle diktatörlük türküsü diğerlerinden biraz uzun süre söylense de günün sonunda toplumda bir siyasal karşılık oluşturmadı.

Ve bugünlere kadar geldik. Şimdi ise Erdoğan karşıtı söylem yeniden kuruluyor. Artık Cumhurbaşkanı Erdoğan'a doğrudan İslamcı ya da diktatör demenin bir siyasal karşılığı yok. Terörle amansız bir mücadele devam ederken ve muhalefet PKKDEM ile kolkola girmişken "ülkeyi satıyorlar" gibi popülist milliyetçi söylemler de tek başına etkili olamaz. Bu gerçeklik karşısında muhalefet biraz da batıda yükselen İslam karşıtlığından, yabancı düşmanlığından etkilenerek seküler ırkçı bir söylemi inşa etmeye çalışıyor. İslam düşmanlığı, Arap karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı iç içe geçmiş durumda. Suriyeli mültecilere düşman ama batılı yabancılara ses çıkarmayan ırkçılık iyiden iyiye yerleşti. Ülkenin mülteciler üzerinden "satıldığı" "Araplara peşkeş çekildiği" iddia ediliyor. İslam karşıtı bu seküler ırkçılık aynı zamanda AK Parti'nin muhafazakar kimliğine göndermede bulunma imkanını da veriyor. İrticacılık, rejim karşıtlığı gibi miadı dolmuş laflar ağza alınmadan hilafet çağrısı suçlamaları yapılabiliyor. Tüm dünyada yapılan Filistin'e destek gösterisi Türkiye'de yapılınca muhalefet bunun Arap seviciliği, hilafet çağrısı olduğu iddiasını gündeme getirebiliyor.