Kurumların çöküşü

Geçen yazımda devletin taşıyıcı sütunları olan kurumların geleneklerine dayanarak nasıl yükseldiğini hikâye ettim. Gerçekten "hikâye" etmeye çalıştım. Saygı ve güvenin, takım ruhunun ve bunları taşıyan geleneğin ve değerlerin hâkim olduğu kurumları... Liyakatin titizlikle korunduğu, stajyerinden emeklisine "biz" birliğinin hissedildiği kurumları... Böyle bir orduyu, adaleti, üniversiteyi, eğitimi; maliyeyi, dışişleriniŞimdi tam aksinin, çöküşün hikâyesini anlatacağım.O güzel kurumu hatırlayalım. O okulu, veya orduyu, adliyeyi, dışişlerini: Kurumun tek tek mensuplarının toplamından daha büyük bir itibar taşıdığı, geçmişiyle, geleceğiyle övünülen bir varlık gibi baş üstünde tutulduğu hâli. En kıdemlilere saygı ile, yeni gelenlere şefkat ile fakat herkese her hâlde sevgi ve güvenle muamele edildiği hâli. Geçmiş büyüklerinin, geçmiş başarılarının efsane gibi anlatıldığı, neyin nasıl yapılacağı ve neyin yapılmayacağının bir töre sağlamlığında bilindiği kurumu.MAKİNEYE ATILAN TAHTA AYAKKABIVe bu kuruma şimdi ben, şöyle birini tayin ediyorum: Gerekli eğitim basamaklarını emekle tırmanmış, en saygın okullardan yüksek derecelerle mezun olmuş biri değil bu. Kamu Personeli Seçme Sınavı'ndan veya kurum için geçerli şu veya bu sınavdan sınavlardan öyle anlı şanlı şekilde de geçmemiş Torpille, kart hâmilliğiyle, ilçe başkanının listesiyle gelmiş biri. Bu tayin, kurumun moralini, takım ruhunu, ahlakını nasıl etkiler 19. asırda Hollanda'da fabrikaları sabote etmek isteyen işçiler, çalışan makinelerin içine "sabo" denilen tahta ayakkabılarını atarmış. Galiba hâlâ sabo denilen ayakkabılar var. Çalışan makineye atılan tahta ayakkabı, makineyi nasıl kırıp dağıtırsa, bizim asırlık kurumumuz da bu bir tayinle öyle kırılıp bozulur. Yeni gelen zıpırın kıdemlilere saygısı yoktur. Söz dinlemez ve dinlemek gereğini de hissetmez. Onun gözü kurumda ve kurumun geleneğinde değil, kendisini, layık olmadığı hâlde oraya getiren 'büyük'lerdedir.Bu liyakatsiz tayin bir kişi olsa kurum belki bunu asimile eder. Akyuvarların mikrobu sarıp vücuttan tecrit etmesi gibi onu izole edebilir. Fakat o tayinler bir--iki--üç diye devam ederse ve maazallah kurumun tepesine bu cins iş bilmez, yol ve yordam bilmez, saygı bilmez biri gelirse Kurum gümbür gümbür göçer. Bırakın dünyada dereceye falan girmeyi, yapması için bütçe tahsis edilen işi de yapamaz hâle gelir. O artık birinci sınıf kişilerin çalıştığı ve yetiştiği bir kurum değil, mikropların ürediği kokuşmuş bir çöplüktür. Yükselen kurumumuzda "iyi"nin iyiyi ürettiği gibi burada da "kötü" kötüyü üretir. Bu sütunda, 19 Aralık 2021 tarihli yazımda (https:bit.ly32Nbhyj ) bu çöküş helezonunu anlatmıştım. Çöken kurum artık işlevini yapamaz. Toplumun sırtında bir asalak gibidir. Gerçekten tek yaradığı iş, "bizim adamlara" maaş verdirmektir.KISA VE UZUN FETRETFakat böyle bir tahribat kurumun sonu olmayabilir. Bir yıl, iki, üç yıl, devlet hayatında, kurumların hayatında çok uzun süreler değildir. Sonradan iş başına gelecek aklı başında bir yönetim, işe yaramayan, bilmeyen, öğrenmeyenleri eler; yeni bir kan nakliyle, sonra kalan kıdemlilerle, hatta gerektiğinde kurumun emeklilerini yardıma çağırarak hasarı giderebilir. Balkan Harbi'nin utanç veren ordusundan Kut'un, Çanakkale'nin, Millî Mücadele'nin efsane kurmay kadrosu böyle doğdu.Birkaç gün önce bir televizyon programında dostum, örnek bilim adamı İlber Ortaylı, daha vahim bir kaybı hikâye ediyordu. O bir tarihçi ve dolayısıyla onun zaman perspektifi daha kapsayıcı. Onun anlattıkları şu soruyu sorduruyor: Ya liyakat sahibi insan kaybı geçici değil de kalıcı ise! Kurum hafızasının