Üsküdar'a gider iken

Bir adama kırk gün deli dense deli olur mu bilmem ama dört gün Üsküdar'da otursa, oralı oluverir. Artık o bizdendir, maya çalınmıştır kanına. Yolu ne zaman semte düşse evime döndüm rahatlığı yaşayacak, ne vakit uzaklaşsa hüzün çökecektir bağrına. Benim de çocukluğum Üsküdar'da geçti, bazen sırf dolaşmak için gidiyorum her sokağı ayrı hatıra... Önce Çengelköy'de oturmuşuz, sonra Kısıklı, Ümraniye derken Zeynep Kamil civarında. O zamanlar Ümraniye, Anadolu'dan bile mahrum. Elektrik yok, şebeke suyu yok, çamur tepene çıkar. Üsküdar'a taşındık büyük konfor, düşünebiliyor musunuz evin içinde akan musluk, düğmeyi çevirince yanan ampul, çalan zil. Yollar asfalt, çarşı renkli, Sümerbank bile var, ne istersin daha. Semtin tek beton evi bizimkiydi, metruk ahşaplar, bostan kuyuları, yıkık tekke duvarları, devrik mezar taşları vardı etrafımızda... Ve onlarca cami tabii. Hepsi de tarihî. Ramazan-ı şerifte her teravihi birinde kılsan üç yılda sıra gelir kalanına. Nurbanu Sultan'dan miras Valide-i Atik Camii yakındı, Kösem Sultan'ın Çinili Camii ona keza. Üsküdar merkezde iki ünlü hanımın iki büyük camisi vardır. Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'ın İskele Camii ve Gülnüş Emetullah Sultan'dan yadigâr Valide-i Cedit. 3. Mustafa Han da çok cami yaptırmış. Birini dedesine (Fatih), birini veliyullaha bağışlamış (Laleli Baba), birini de suya kaptırmış: Üsküdar Ayazma. Amaan ismin ne önemi var cemaat her vakitte okuyor nasıl olsa. "Camimizin banisi filancanın ruhuna..." Büyük ve Küçük Selimiye (Çiçekçi) camileri nasıl sakin ve asudedir anlatamam, gidin iki rekat namaz kılın, kutu kutu müsekkin kullanacağınıza. Üsküdar'ın her sokağında bir Allah dostu yatar, Nasuhi Dergâhı, Aziz Mahmud Hüdai, Karaca Ahmet Sultan, Abdüfettah-ı Akri hazretleri, Selami Ali, Fenai Ali, Kartal Baba Zeynep Hatun ile Kamil Efendi'yi de unutmazdık dualarımızda. TEKKELER DERGÂHLAR Dersler sarpa sardıkça, evden mektepten azarlandıkça, için darlandıkça gider bir Fatiha okursun. Cenâb-ı Mevla bi ferahlık verir sevdiği kulunun hatırına. Bir de hayatlarında kavuşup huzurlarında diz kırsaymışız var ya. Nuhkuyusu'dan aşağı yekpare kabristandır, Karacaahmet'in bir ucu Kadıköy'de, bir ucu Üsküdar'da. Bildiğin servi ormanı, yeşil derya. Mübarek üç şerefeli minare gibi uzundur, çık çık bitmez, bir bakarsın deniz görünür dört bir yanda. Ah bilseniz rüzgâr aldıkça nasıl da çatırdar, bir sağa yatar, bir sola... Yaşlı serviler kabuk kabuktur, tırmanması kolay olur ama inmesi derttir, kedi bile dönemez kalır orada. Genellikle arkadaşınla çıkarsın, ödün kopsa da bozuntuya vermeyeceksin, çünkü ilk "inelim" diyenin adı korkağa çıkar. Hastane bahçesinde hayli ceviz vardı ama kimse toplamaz, yere düşenler çürür kurtlanırlar. Ceviz kabuğu bildiğin gibi değil, iyi boyar gören kına yakıldı sanır hatta. Ocağına incir ağacı derler ya, sanki metruk binaları bilir, bulur, sarar. Duvarda bir çatlak görmesin girip kol salar, benim diyen mermerleri çatır çatır kırar. Mektebe (Zeynep Kamil İlkokulu), hastane bahçesinden giderdik. Büyük bir inşaat çukuru vardı (Temelini Demirel atmıştı) sonra atıl kaldı, yağmurla doldu, göl oldu âdeta. Ytonglar yüzer (çok şaşmıştım), kalaslar çürür ıslana ıslana. O zamanlar devlet inşaatları, on yirmi yılda tamamlanır, en az üç müteahhit batırır. İHTİYAR BALIKÇI Üsküdar çocuğunun günü sahilde geçer. Su billur berrak pırlanta, dibinde çakıllar görünür, "gel gel" der adama. Ben iyi üşürüm, karnıma ağrılar girer suda. Bu yüzden denizle karadan ilgilenirim, oltayla. Çocukluğumuzda böyle makaralılar yok tabii, misinanı mantara dolarsın. Ya da bir kamış kındıra bulur, ucuna üç beş zoka takarsın. İğne eline battı mı çekip çıkarmalısın, kanar manar ama geçer. Yok elletmez de şişirirsen iş alırsın başına. Henüz çapari bilmiyoruz, yem takarız oltaya. Balıkçılardan palamut kafası istersin ya da midyeyi açar dolarsın zokaya. Yanında yörende ihtiyar kurtlar olur, her işine karışır, ikaz yağdırırlar: "Çinekoptan parmağını sakın, koparır yoksa!" "Sakın elleme iskorpiti çarpılırsın sonra!" Üsküdar çocuğu yüzmeyi Salacak'ta öğrenir. Niye Çünkü deniz hemen boylamaz, beş on adım yürüme imkânı verir sana. Sonra Sonrası kabiliyetine kalmış, abilerin gibi el ayak çırparsın bata çıka... Ben yüzerdim de akranlarım gibi akamam, debelenir dururum mesafe alamam. Yorulup batarım sonunda, sanırım özgül ağırlığım biraz daha fazla. Salacak'a nadiren vapur yanaşır. Akşam köprüden geldiğine göre, sabah da götürüyordu ihtimal. Ahşap iskelenin ayaklarını yosun ve midye sarmış, yarı harap. İskele binası duruyor hâlâ (çay ocağı) ama minik minareli camisi (Teşrifatçı Akif Mehmed Efendi Mescidi) gitmiş yola. Yaşlılar kahveden kalkar camiye gider, camiden çıkar kahveye... Balıkçılar bıkmadan ağ onarır, uskumru sardalye tuzlar (çiroz) asarlar rüzgâra. Derken Salacak kumculara mekân olur, hem mavnalarla getirir, hem de dipten alırlar. Kepçelerin çalıştığı yer tuzak doludur, aa ne güzel belimde, göğsümde derken bir adım atarsın dipsiz gayya. Tekne tamircileri takırdar durur, seyrelen tahta aralarına katranlı fitil tıkarlar (kalafat). İtinayla boyar, ahşaba bezir çekerler çaputla. AKINTIYA DİKKAT Şemsipaşa da sığdır ama şakası olmaz. Yüzmeyi yeni öğreniyorsan, başında bir büyük olacak, beline urgan bağlayacak. Niye Çünkü deniz nehir gibi akar, kaparsa dooru Kız Kulesi açıklarına. Düşünün oltayı Beşiktaş Ortaköy cihetine atarsın, çekersin Sarayburnu tarafından, kurşunu götüren su, seni n'apmaz Eskiden çok ve çeşitli balık