Yazar Hulki Cevizoğlu'nu dinledim

Giresun Belediyesi'nin altıncısını organize ettiği Kitap Fuarında, Hulki Cevizoğlu Bey bir konuşma yaptı. Konuşmasında bana göre altı çizilmesi gereken üç mühim konu vardı:

1-Bir savaşın "soykırım" sayılabilmesi için dört şart vardır.

2-Batının "medeniyet" tanımı.

3-1919'da Osmanlıyı ABD işgal etmiştir.

Birincisinden başlayıp konuyu biraz açalım. "Bir savaşın veya katliamın "soykırım" sayılabilmesi için dört şart vardır. Birincisi bir beldeyi hatta bir köyü toptan yok etmek de soykırım sayılır."

Sayın Cevizoğlu'nun değindiği soykırım tarifi, "soykırımın asgari şartı"kabul ediliyorsa, bizzat tanığından dinlediğim Dersim harekatı esnasında buna benzer olaylar yaşanmış. Eli silah tutanlar dağlara çıkmış, kalan çocuk, yaşlı, kadın, hayvan köy meydanına toplanmış ve mereklerdeki samanlar, otlar çevrelerine yığılarak yakılmış. Kaçmak isteyenler kurşunlanmış.

Bunu bizzat Çarşamba'nın Suğluca KöyündenHacı Şakir Sağlam'dandinledim.

Daha önce de yazmıştım.

Sayın Cevizoğlu'nun değindiği ikinci mesele ise Batı düşüncesinin "medeniyet" tanımı ve değerlendirmesi idi.

Onlar medeniyeti kendilerine benzemek ve kendileri gibi düşünüp yaşamak olarak anlar.

Bir önceki yazımda değindiğim gibi yer sofrasında yemek yemek ilkelliktir.

Elle yemek yemek ilkelliktir. Buna göre dünya nüfusunun yüzde kırkı, eliyle yediği için ilkeldir. Yüzde otuzu da çubukla yemekle beraber yer sofrasında yedikleri için ilkeldir.

Geriye sadece kaşıkla masada yiyenler kalmaktadır.

Nedense yer sofrasında ve elle yiyenlerin ne yer altı zenginlikleri ne de batı bankalarındaki paraları ilkel değildir.

Medeniyetin nasıl olduğunun örnekleri bizim topraklarımızda yaşanmıştır. Mevlana külliyesini gezerken görürsünüz: yer sofrası ve yanında oturmuş Mevleviler. O tarihlerde tüm dünyada yemek aynı çanaktan yenirken, Mevleviler kaşıklarını kendilerine doğru yarım çevirir, sağ yanından yemeğe dıkar, sol yanından ağızlarına götürürlermiş. Kaşığın tamamını ağızlarına temas ettirmez, yarım götürürlermiş ki; ağızlarına dokunmayan tarafı yine çorbaya dık'sınlar.

Yine o külliyede görürsünüz; misafir uzun kalacaksa merdivende ayakkabısının ucu eve dönük, birkaç saat sonra gidecekse dışarıya dönük konulurmuş.

İşte bunlar medeni olmanın emareleridir.

Orta Çağda bunlar düşünülmüş ve adet haline getirilmiş.

Medeni olmanın bir başka emaresi de şuydu: Yerde bir kağıt parçası (gazete kağıdı bile) bulduğunuzda okuma bilen okur, bilen de bilmeyen de evin duvarında bir çukur bulursa oraya yerleştirirdi. Asla, üzerinde ilim vardır denilerek yazı çiğnenmez yükseğe kaldırılırdı.

Aynı şekilde bir ekmek kırıntısı da çiğnenmezdi. Çünkü o bir nimettir.

Dahası daha enteresandır: Ormandan geçerken baltalar bir çuvala sarılır, ağaçlar görüp ürkmesin diye, kesilecek ağaç tespit edilinceye kadar çuvaldan çıkarılmazdı.

Haksız yere bir cana kıyılmaz, ancak öldürülmesinde fetva olan, haşerat cinsinden zararlı böcekler, kemirgenler, tehlikeli hayvanlar veya av hayvanları bir de hakkında ayet olan deniz avı hayvanları öldürülebilirdi. Kurban da buna eklenebilir. Yani insan nefsine, arzusuna göre değil fetvaya göre amel ederdi.