Trump ikince kez iş başına geldikten sonra dünyadaki iki büyük savaşı bitirip barış getirmeyi vadetmişti. Biri Gazze'deki soykırım. Orada "barışı tesis etmek için" nelerin yapıldığı malum. Çözüm formülü olarak Gazze'deki Filistin halkının kendi topraklarından sürülüp burayı lüks tatil beldesi anlamında bir "Riviera" yapmayı önermişti Trump. Bu son derece laubali "çözüm önerisi" dışında Gazze'de akan kanın durması için hiçbir adam atmadı ABD yönetimi. Bilakis İsrail ordusunun bütün dünyanın gözü önünde neredeyse iki yıldır ara vermedin sürdürdüğü soykırımın en büyük savunucusu, Netanyahu'nun hamisi ve akıl hocası Trump.
Avrupa ülkelerinin yönetim kadroları kendi kamuoylarının tepkisi sonucu son zamanlarda bu konuda tavizsiz İsrail destekçiliğinden vaz geçmiş görünüyorlar ama İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin Gazze'deki vahşeti durdurmak yolunda ellerini taşın altına koymalarını beklemek fazlaca iyimserlik olur.
Zaten ne yazık ki Washington'un onayı veya desteği olmaksızın burada bir çözüme ulaşmak da mümkün değil. Arap ve İslam ülkeleri ise meseleyi ancak kendi kamuoylarını tatmin edecek seviyede bir retoriğin sınırları içinde ele alıyorlar. Samimi bir gayretin söz konusu olmadığını söylemeye bile gerek yok. ABD'nin çılgın başkanını karşılarına alma lüksüne sahip değil hiçbiri. Her birinin ayrı bir iktidar ajandasına uyma mecburiyetlerinin olması yanısıra birlikte hareket etme kabiliyetleri de olmadığı için, bırakın Gazze'yi kurtarmayı, açlıktan ölen insanlara gıda yardımı gönderilmesini sağlayacak bir siyasi baskı gücü kullanmaktan bile acizler.
Trump'ın savaşa son verip barış getireceğini söylediği ikinci coğrafya ise Ukrayna'ydı. Orada da Gazze'dekine benzer bir tutum sergiledi sonradan. Bu ülkedeki nadir elementlerin Amerika'ya verilmesi karşılığında barışı sağlayacağını söyledi. Ukraynalılar bu ahlaksız alışveriş teklifine de razı oldular ama "ABD'nin çılgın başkanı" bilahare bundan da vaz geçti, Rusya'yı kızdırıp işgal savaşının başlamasına yol açtığı için Ukrayna'yı suçladı. Kendinden önce bu ülkeye verilen askeri yardımların ücretini talep etti, Zelenski'yi kendisine karşı yeterince saygılı olmamakla itham etti, ne Kırım'ın ne de Donbast bölgesindeki işgal edilen toprakların Ukrayna'ya geri verilemeyeceğini bildirdi, NATO üyeliğinin de NATO korumasının da söz konusu olmayacağını açıkladı. Rusya ne istiyorsa verin, barışın tek mümkün yolu bu mesajı verdi.
Buna karşılık, Ukrayna'nın Rusya tarafından işgalinin diğer bölge ülkeleri ve nihayet kendileri için nasıl bir jeostratejik tehdit anlamına geldiğini bilen Avrupa ülkeleri çılgın başkanın suyundan giderek, sırtını kaşıyarak bir destek alabilecekleri düşüncesiyle hareket etmeye başladılar. Önceki gün Beyaz Saray'da gördüğümüz tablo bu yaklaşımın yansımasıydı.
Ancak Trump'ı pohpohlayarak en fazla Avrupa'nın güvenliği diye soyut bir ifadenin gündeme gelmesi temin edilebildi. Bir de NATO korumasından mahrum kalacağı kesin olan Ukrayna'da birkaç Avrupa ülkesinin askeri güç bulundurmasına evet dedi Trump. Ne var ki bu hususta yine son sözü Putin söyleyecek. ABD Başkanı Avrupalı liderlerle mutabık kaldıkları çözüm önerisini Rus liderine iletecek, o masada bir pazarlık daha yapılacak ve eğer isterse Putin saldırılara son verecek. ABD'de hükümet değişmiş olduğu için Ukrayna halkı topraklarını geri alma ümidine veda edecek ama hiç değilse daha fazla insanın ölmesi önlenmesi olacak.
Peki, gelinen noktada Ukrayna'nın gelecekti yeniden Rus saldırısına maruz kalmayacağından emin olmasını sağlayacak bir anlaşma zemini oluşabilecek mi Bu soruya olumlu cevap vermek maalesef kolay değil.