Kürt sorunu yok eksik donanım var

MHP lideri Bahçeli'nin "Gelsin mecliste konuşsun, örgütün lağvedildiğini açıklasın" çağrısına Abdullah Öcalan "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" diye cevap verdi. Peki, acaba bugünkü açılımı ve hatta geçmişteki açılımları yapmaya çalışan siyasi kadroların var mı böyle bir "teorik gücü"

Önceki hafta bu sütunda geçmişteki çözümaçılım projeleriyle bugünkü "Öcalan'ı serbest bırakalım, o da PKK'yı dağıtsın" girişimini mukayese ederken 2009'daki "Açılım"a ilişkin olarak iki husustaki itirazımı hatırlatmıştım:

"Biri MİT yöneticileri ile PKK temsilcilerinin görüşmelerinin üçüncü ülkeler aracılığıyla gerçekleşmesindeki büyük yanlıştı. İkincisi projenin kamuoyuna sunuluşunda bölücü örgütün dilinin kullanılması, sözgelimi inkar, asimilasyon ve imha siyaseti, Kürt sorunu, demokratik çözüm gibi PKK jargonunu oluşturan terim ve tanımları aşacak yeni ve kapsayıcı kavramlar ortaya konulamamış olmasıydı. Bu durum masadaki taraflardan birinin eksikliğini, yetersizliğini, kavramsal hazırlıksızlığını gösteriyordu. Çünkü kendi yaklaşımınızı ifade edecek yeni bir dil üretemeden mevcut soruna yeni bir çözüm üretmeniz mümkün olamaz."

Burada ne anlatmaya çalıştığımı anlamayan veya anlamak istemeyen bir kesimden "Kürt sorunu demeyeceğiz de ne diyeceğiz" tepkisi geldi. İsteyen istediği şekilde adlandırılabilir sorunu elbette. Bizler de ağız alışkanlığıyla kullanabiliriz birtakım tanımlamaları. Ancak "devlet adına" konuşanların kullandıkları kelimelerin ne anlama geldiğini bilmek gibi bir mecburiyetleri var. Bölücü terörle mücadele için "teorik cephaneye" de ihtiyaç olduğunu görme mecburiyetleri var.

Mamafih siyasetin diline bakınca bu mecburiyetlerin farkına varılmadığını görüyorsunuz.

Napolyon bir muharebeyi kaybeden komutanına, "Neden yenildiniz" diye sormuş. General yenilginin sebeplerinin on maddeden oluştuğunu söylemiş ve bunları saymaya başlamış: "Bir Barutumuz tükenmişti... İki" Napolyon birden "Tamam, yeterli!" diye muhatabının sözünü kesmiş, "gerisini saymanıza gerek yok."

Bugün "Kürt sorunu" diye bir konuyu tartışırken Kürt adlandırmasının siyasi ve hukuki karşılığıyla ilgilenmiyoruz. Daha da önemlisi, Türk adlandırmasının anlamı bile yerine göre değişiyor. Gerisinin önemi var mı

Bahçeli geçen gün "Türklerin ve Kürtlerin birbirini sevmesi, her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır" diye konuştu. Epeyce de alkış aldı. Daha önce Erdoğan da "Kürt milliyetçiliğini de Laz milliyetçiliğini de Türk milliyetçiliğini de ayağımızın altına alıyoruz" demişti. Yani ülkeyi yönetenlerin dilinde etnik kimlik ile milli (anayasal) kimlik birbirine karışmış durumda.

Aslında, yalnızca siyasetçilerin değil, ezici çoğunluğumuzun diline yerleşmiş bulunan bu "Kürtler ve Türkler" tasnifindeki problemin farkında olanlarımız azınlıkta. Çünkü sokaktaki adamın da kürsüdeki siyasetçinin de üniversitedeki profesörün de aidiyet veya kimlik dendiğinde "soy"la, "kan"la ilgili bir şeyler geliyor aklına. Sosyokültürel yapımızın millet olma aşamasından uzaklığıyla ilgili bir problem bu esas itibarıyla.

Atatürk'ün "Kürtler ve Türkler öz kardeştir" sözüne veya Gökalp'ın