Dünyanın başına bela
Amerikan halkının sandıkta tezahür eden iradesine laf söylemek (!) gibi olmasın ama verdikleri oyla hem kendi ülkelerini hem de bütün dünyayı yaktılar.
ABD'nin yeniden seçilen eski başkanı Gazze çıkışıyla çoğu kişiyi şaşırttı. Bu şaşkınlığa şaşırmak gerekiyor aslında. Biden yönetiminin iki yüzlü politikalarına duyulan öfkenin de etkisiyle Trump'ın kim olduğunu çok çabuk unutmuştuk. Ne ilk döneminde Kudüs'ü "İsrail'in ebedi başkenti" olarak tanıma provokasyonu ne de Türkiye'nin cumhurbaşkanına yazdığı mektubun içeriği ve üslubu hatırlanıyordu son zamanlarda.
Oysa Trump bildiğimiz Trump. Kurduğu kabinenin karakteri de ortada.
İsrail'in gerçekleştirdiği soykırımı hararetle savunup Filistinliler için "Bu insanlar vahşi hayvanlar" diyen Marco Rubio'yu dışişleri bakanlığına getiren kim
Filistin'de iki devletli çözümün en büyük hasmı kabul edilen ve "Filistin devleti Mısır, Suriye veya Ürdün gibi komşu Arap devletlerinin sınırlarında kurulabilir" diye konuşan Mike Huckabee'yi ABD'nin İsrail Büyükelçiliği'ne atayan kim
"Kudüs, Tanrı'nın seçilmiş halkına aittir" diyebilen TV sunucusu Pete Hegseth'i Savunma Bakanlığına getiren kim
Öyle ki dün Netanyahu, "Gazze'yi devralacağız, buradaki Filistinlileri başka ülkelere göndereceğiz" diyen ABD Başkanına "İsrail'in bugüne kadarki en büyük dostusunuz" diye seslendi.
Yine de Trump "Gazze'de ve Ukrayna'da savaşı bitirip barış getireceğim" dediğinde buna inananlar olmuştu.
İki yıldır ölüme karşı direnen Gazze'de özellikle İsrail kamuoyunun da istediği bir ateşkes sağlandı sağlanmasına ama Trump'ın burada barışı insani duygularla istediğini düşünmek büyük yanılgıydı.
Sanılanın aksine Trump ile Netanyahu arasında Filistin'in ve Filistinlilerin geleceği hususunda bir yaklaşım farkı yok. Gazze'nin etnik temizlikle Filistinlilerden arındırılması hedefini de paylaşıyorlar. Ancak bunun içine uygulanacak yöntem konusunda farklı görüşteler.
Keza "çılgın başkan"ın Ukrayna'ya yaklaşımında da ne insani duygular ne de NATO ittifakının güvenliği konusu rol oynuyor. Burada da barış diye önerdiği şey Ukrayna'nın işgal edilen topraklarını geri istemekten vaz geçmesi. Üstelik getireceği "barış"ın karşılığı olarak da bu ülkenin yer altı zenginliklerine ortak olmayı talep ediyor. Eline güç geçirmiş tüccar kafası böyle çalışıyor çünkü.
Nitekim Trump'ın "global" planı Rusya'yı yanına alıp bir yandan Çin'in ekonomik ve siyasi nüfuz arttırma hamleleri karşısında yeni bir blok tesis etmek, diğer yandan da Avrupa üzerinde baskı gücü oluşturmak.
"Züccaciye dükkanına giren fil rolünde bir Amerika"yı sahneye çıkarmak istiyor Trump ve etrafındaki akıldaneleri.
Milli Gazete'nin dünkü manşetinde "NATO'nun patronu ABD, ittifakın diğer iki kurucu üyesini işgal ve savaşla tehdit ediyor" şeklinde bir ayrıntıya dikkat çekiliyordu. Kanada'nın ve Danimarka'nın maruz kaldığı görülmemiş baskı ve tehditler yalnızca siyasi üslupsuzlukla açıklanabilecek bir mesele değil.
Çünkü Batı ittifakının lider ülkesinin dostlarına düşman gibi davranmaya başlaması dünyadaki siyasi mimarinin çökmesi demek. İttifakın yerine bağımlılık ilişkisinin (eski tabirle metbû-tâbi ilişkisinin) dayatılması ise uluslararası düzenin sil baştan değişmesi demek.