CUMARTESİ YAZILARI
Son dönemin bağımsızalternatif iletişim ortamlarından "medyascope.tv" gazeteci arkadaşımız Ruşen Çakır'ın vizyonu -ve inadı- sayesinde yaklaşık on yıldır yayında. Bu ilginç platformda denk geldikçe kaçırmadığım programlardan biri Cengiz Özdemir ile Ozan Sağsöz'ün on yıldır ara vermeden sürdürdükleri "Kültür Tarih Sohbetleri".
Bugüne kadar birçok önemli kültür ve bilim insanıyla bizi buluşturan programa son olarak yayıncı ve çevirmen Kadir Yılmaz konuk oldu. İlgiyle, merakla, şaşırarak ve en fazla da üzülerek izledim bu sohbeti.
İsmini şimdi hatırlamadığım kıdemli bir İngiliz yayıncının anılarını yakın zamanlarda dilimize çevirmiş bulunan program konuğuyla o kitap üzerine konuşuluyordu. İngiliz yayın endüstrisinin yüz yıl içinde nereden nereye geldiğine ilişkin dikkat çekici bilgiler verdi Kadir Yılmaz.
Sonra doğal olarak mevzu Türkiye'deki kitap yayıncılığına geldi. "Liberalizmin beşiği" İngiltere'de bile devletin kültür yayınları için özel sektöre verdiği desteğin "Devletçilikten bir türlü kurtulamadığı" sık sık dile getirilen Türkiye'den kat kat fazla olduğunu öğrendik.
Diğer yandan, Kadir Yılmaz'ın aktardığına göre, ekonomik darboğaz yayıncılık sektörünü öylesine ağır derecede etkilemiş ki sürekli artan maliyetler yüzünden yayıncılar devlete kitap satamaz hale gelmişler.
Bilindiği üzere, Kültür Bakanlığı kütüphaneler için belirli yayınevlerinden belirli kitapları belirli sayıda satın alıyor her yıl. Ancak satın alınan kitap miktarı pek öyle kimseyi ihya edecek sayıda değil aslında.
Bilhassa son dönemde bazı yayıncıların özel olarak desteklendiği eleştirilerinin ortaya çıkmasının sebebi devletin söz konusu kitapları ideolojik ölçütlerle belirleyip alması.
Ancak bu uygulama, bugünkü ekonomik şartlarda, destek verilen yayıncılar açısından külfete dönüşmüş. Çünkü maliyet fiyatlarının her gün arttığı bir ortamda devlete yüzde elli indirimle kitap satmak, o kitapların yerine raflara yenilerini basıp koymak iyice zorlaştığından, cazip gelmiyormuş yayıncılara.
Bu yüzden bazı yayıncılar Kültür Bakanlığına kitap vermemişler bu yıl.
Söz konusu programda Kadir Yılmaz'dan işitip öğrendiğim en üzücü ayrıntı ise Türkiye'de ders kitapları ve romanlar dışında ortalama kitap tirajının bugün itibarıyla 500, bazı kitaplar için ise artık 250 adet olduğu bilgisiydi.
Geçen gün KARAR'da arkadaşımız Saliha Sultan bu hususa dair Türkiye Yayıncılar Birliği'nin rakamlarını aktardı. Buna göre 85 milyon nüfuslu Türkiye'de "ders kitapları veya akademik yayınlar bir kenara koyulduğunda bir yılda kişi başına düşen kitap sayısı 3'ü bile bulmuyor".
Geçmiş yıllarda bir sendikanın hazırlattığı rapora göre, "Japonya'da toplumun yüzde 14'ü, Amerika'da yüzde 12'si, İngiltere'de ve Fransa'da yüzde 21'i düzenli kitap okurken Türkiye'de 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor."
Başka ülkelerdeki sayılarla mukayese edildiğinde toplumsal kalitemize ilişkin vahim bir işaret var bu rakamlarda. Biz okumayan bir toplumuz, işin özü bu. Geçmişte de okumuyorduk, bugün de okumuyoruz. Zengin de okumuyor yoksul da. Dindar da okumuyor seküler de. AK Parti'li de CHP'li de MHP'li de okumuyor. Durum bu.
Peki, niye okumuyoruz Kimilerinin dediği gibi "Bize matbaa geç geldi" diye mi okuma alışkanlığı yerleşmedi
Hayır, ama bize matbaa niye geç geldiyse o yüzden okumuyoruz. Çünkü matbaanın Türkiye'ye Batıdakinden çok daha geç bir tarihte gelmiş olmasının son derece anlaşılır gerekçeleri var. Ne yobazlıkla ilgisi var ne de "hattat"ların işsiz kalması endişesiyle. Matbaanın "gecikmesi" tamamen Türk toplumunun sosyo-ekonomik yapısıyla ilgili bir konu.