Darısı başına darıdan, dopuktan horana haydın oyuna... 2

4 1989 yılının başlarında, Bu Meydan Dergisi'ni çıkardığımızda biz de demiştik ki; mealen ve hafızamda kaldığı biçimiyle "Bu Dergi, benim memleketimde çalınan kemençe ve oynanan horan gibi olacaktır. Otantik şekliyle horanda her an herkes aynı hareketi yapmaz. Oyuncular tabi ki gaydaya-melodiye uyarlar ama herkes kendi oyununu oynar. Oyunun içinde 'alaşa' diye bir bölüm vardır ki sadece burada bütün oyunculardan aynı anda aynı figürleri sergilemeleri beklenir. Böylece; hem kişisel farklılıklar ortaya çıkar, yetenekler görünür hale gelir, usta olanla olmayan birbirinden ayrılır; hem de gerektiğinde en iyi şekliyle, en kaliteli biçimde birlikte hareket edilebileceği de gösterilmiş olur. Bu dergide de, herkes ana ilkeye, İslam'ahakikatedoğruya uyacak fakat herkes kendince dünyaya, olaylara ve eşyaya müstakilen bakabilecek ve buradan hareketle düşüncelerini ortaya koyabilecektir..." Görülen o ki; bizde de horanı fikriyatımız ve hissiyatımızla ele alıp hayatın ve insan olmaklığın merkezine yerleştirmişiz. Yaşama ve düşünme biçimimizi kemençe-horan ilişkisindeki gibi tanzim etmeye çalışmışız... Hele dışarıdan bakanların tek bir kelimeyle 'horan' deyip geçtiği şeyin onlarca alt başlığı, çeşidi, biçimi, biçemi olduğunu kale alırsak; orada inişi de çıkışı da, yola koyuluşu da yoldan çıkışı da, aşkın olmayı da düşkün olmayı da, savrulmuşluğu da toparlanmışlığı da, hüznü de neşeyi de görürüz ve buluruz... Eyvah ki, ne yazık ki; günümüzde salonlarda folklar öğretilmesi adı altında gençlerimize horan adına, hayattan ve gerçeklerden kopuk, mekanik, kurşun askerler gibi herkesin aynı anda kolunu bacağını indirdiği kaldırdığı ruhsuz bir şov öğretilmektedir. Eğer kanaat önderleri, bilgi ve görgü sahipleri acilen olaya müdahil olmazlarsa iş işten geçmiş olabilir. Bir anda kendimizi tarihin dışında bir yerlerde bulabiliriz... Aman dikkat... 5 Okuyabildiğim ve inceleyebildiğim kadarıyla, Hayrettin Günay'ın 'Kemençenin Üstüne' ismiyle yayınladığı eseri şimdiden özgün ve kaynak eser olma hüviyeti kazanmış, sahasında önemli eserler kategorisine dahil olmuş bulunmaktadır. Böyle bir emeğe ancak saygı duyulur ve gıpta edilir. Bu vesileyle biz de tebriklerimizi ve teşekkürlerimizi sunarız. Ancak; Günay'ın eserini okurken anlayamadığım bir hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Günay'ın anlatılarında öyle bir husus var ki; ne anlatırsa anlatsın; sözü, kavramsallaştırmaları, betimlemeleri, analizleri gide gide şamanlığa bağlayıp bırakıyor... Biraz derinden okuyunca görülüyor ki; Günay'a göre, Çepnilerin yaşadığı yurtlara İslam hiç uğramamış, ya da şamanlığın verdiği güç ile karşı çıkılmış ve İslam bu topraklara sokulmamış. Yine bu anlatıya göre yerel değerler de pek bir şey söylememiş Çepnilere, Oğuzlara... Sanki onlardan önce bu topraklarda kimse yaşamamış, hiçbir devlet kurulmamış, hiçbir medeniyet serpilip gelişmemiş. Yazının ve burada yaşıyor olmanın kaçınılmaz sonuçları gereği, İslam'a ve yerele şöyle bir değinilse de, onlar hemen