Yaz nereye gitti

Güneş tam tepededir, gölge ayaklarının dibinde silinir gider; ne özlemler, ne umut! Geçmiş ve gelecek havada asılı kalır ve hayat insanı sadece "şimdiki zaman"ın nazlarını yaşamaya davet eder... Çok eski zamanlardı... Hep yukarıdaki türden cümleler yazar, yaz mevsimini, özellikle de yaz öğlelerini övgülere boğardım. "Kıyılardan çok uzaktayken bile denizdir yaz; gökyüzünü okyanus kılar; bütün gözleri maviye boyar" diye sürdürürdüm. Aşkla yaşar, aşkla anlatırdım onu... "Kış ne kadar kediyse, o kadar kaplandır yaz" diye yazmışlığım bile var... Şimdi eski yazlarımı hatırlamaya çalışıyorum... Çünkü "yeni yazlarım" kalmadı gibi bir şey. Uzaklaştı benden bu mevsim sanki... Önce onun bir mevsim değil, bir "hayat tarzı"na çevrilişine; kalıplara sığdırılışına; gitgide "sınıfsal" çizgileri keskin bir hale gelişine kırılıp koptum. Çünkü ben zamanında "Mutlular ile mutsuzlar arasındaki o çelikten duvarı eritir yaz, yalnız bunun için bile saygıyı, sevgiyi hak eder" diye yazmış biriyim. Yaz mevsimini mutsuzluğu artıran bir zaman dilimine dönüştüren neoliberal fırtınaya nasıl bozulmam, nasıl kızmam Sonra pandemi geldi. Vurdu geçti... Virüse değil ama derin bir melankoliye yakalandım; gözlerim başka türlü görür oldu; bakmadığım şeylere bakmaya başladım. Yaz uzaklaştı benden... Hatta bütün mevsimler. Yaz akşamları hariç... Bakın! Yazın güzelliği deniz, kum falan değildir;