'Bu sönen, gölgelenen dünyada'

"Yaş ilerledikçe insan çocukluğunu daha sık hatırlıyor ve daha tatlı, daha keyifli düşünüyor. Ela saçlara adamakıllı ak düştükten sonra ılık bir odada, dışarıda karlar yağarken tek başına kalan yaşlı adam için en hoş, en zevkli düşünce çocukluğunu tahattur..." Tamam! Genç okurları kenara alalım ya da başka bir köşeye... Zaten "tahattur" kelimesini gördükleri anda buradan sıvışmışlardır. Onlara da sabahlara kadar Youtube başında geçen saatlerimi ve keşiflerimi anlatırım bir gün... Zaten yukarıda satırlarını aktardığım Refik Halid Karay'ı okumaya dönüşüm de bundan... Neden mi Çünkü beni kendine özgü dil lezzetiyle mavi ekrandan uzaklaştırıveren birkaç yazardan biridir. Tahattur... Hatırlamak, yâd etmek, akla getirmek... Ben bu kelimeyi Ahmet Haşim'in şiiriyle sevdim. Bir sihir gibi sarar sarmalar insanı... Hatta geçmiş zaman... Çengelköy'de sabahlanan bir gecede birkaç Haşim tutkunu durmadan tekrarlamıştık o melankolik dizeleri... "Bize bir zevk-i tahattur kaldı Bu sönen, gölgelenen dünyada!" Şu dil lezzeti konusuna da değinelim mi.. Üsluba yani... Yine Refik Halid Karay, 1941'de çıkan "Tanıdıklarım" adlı kitabındaki bir denemesinde ne güzel tasvir eder... "Lisan bir kiler ve mutfaktır; yazı yazmak reçel kaynatma usulündeki kaidelere riayettir; reçel eserinizdir; fikir, o reçeldeki hassadır. Peki, üslup nedir Çilek sepetidir; reçelin lezzeti, manzarası, bilhassa tanelerinin seçme, iri, pürüzsüz, diri, iyi istifli