Suçüstü

Yeni Şafak Gökhan Özcan - SuçüstüHayata veda etmeye hazırlanan yaşlıların, ömürlerinin baharındaki gençlere göre çok daha moralli ve sağlam durduğu bir dönemin içinden geçiyoruz. Aksi beklenir oysa.Gençlerin önünde uzun bir ömür var; yaşanacak kim bilir ne çok şey... Gelecek, bilinmezleri içindeki kötü ihtimallerle bir parça endişelendirebilir insanı. Ama önünüzde koca bir hayat varken, hayalleriniz ve umutlarınız bu endişelerin, kaygıların, korkuların üstünden rahatça atlatabilir sizi. İyi şeylere inanmaya ve heyecan verici ihtimallere kendini bırakmaya daha müsaittir çünkü insanın tabiatı.Oysa yaşlıların yolu kısalmış halde, takdir-i ilahi her an onları bu dünyadan alıp ebediyete götürebilir. Yaşanacak ne varsa iyi kötü yaşanmış, geride bırakılmıştır. Yaşanamayanların da bu saatten sonra yaşanması zordur. Uzunları yakarak yaşamaları mümkün değildir yaşlıların; kısa vadeli heyecanlar ve sevinçlerle bir şekilde günlerini geçirir, küçük mutluluklarla o günlerin içini doldurmaya çalışırlar. Bu küçük, solgun mutlulukların içinde bile bir parça hüzün bulunur ama mutlaka.İnsanın ilk baharı için muhtemel duygu durumu tablosunda umut ve heyecanın başı çekmesini bekleriz. Son baharı içinse bolca mahzunluk... Ama şimdilerde tablolar bu şekilde oluşmuyor. Gençlerin büyük ekseriyeti umutsuz, fazlasıyla kırılgan, hayatın hep daha kötüye gideceğine inanmış bir görünüm içinde... Kalabalıklar içinden seçtikleri küçük, gerçekten çok küçük ve yaşıt bir azınlık dışında hiç kimseyle iletişim içinde olmak istemiyor, insanî bağların gereği olan birtakım süreçlerden ölesiye sıkılıyorlar. Gelecek hakkında uzun vadeli bir beklentileri yok. Önlerindeki ilk sınavı başarılı bir şekilde atlatmak dışında önlerindeki uzun hayata dair bir hayal de kurmuyorlar neredeyse.Bunları, yaşanan hiçbir olumsuzluktan üstüne pay almaya yanaşmayan bir üslupla kaleme almama gayreti içindeyim. Böyle bir alışkanlığı, daha doğru söyleyişle bir ezberi var çünkü yetişkinler dünyasının. Önceki nesil pişkinliği içinde bir akla kara tablosu ortaya çıkarmak ya da gençleri kafadan mahkum etmek de değil derdim elbette. Aksine, içinde yaşadıkları bu karamsar ve kapalı dünyanın sorumlusu olarak da görmüyorum ben yeni nesilleri. Onlar bu yeni hayatın mağduru, kurbanı daha çok... Yetişkinler olarak onlara sunduğumuz zorunlu yaşama pratiğinin doğal sonucunu yaşıyor onlar.Altı yaşından yirmi beş, bazen otuz yaşına kadar süren bir zaman boyunca onları hayatın doğal seyrinden, sosyal dokusundan, insanî pratiklerinden koparıyor, dört duvar arasındaki bir dershanenin içine kilitliyoruz. Yapılan her yanlışın doğruları götürdüğü, umutları yıktığı, onlara geri alınması imkansız bedeller ödettiği bir mahkumiyet hayatı... Görme, öğrenme, öğrendiklerini kişiliğine katma, pişme, olgunlaşma ile geçmesi gereken yıllarını, hayatın