"İnsan; kendisini ilgilendirmeyen tek şeye yani geleceğe kafayı takarak şimdiyi kaybeder ve yıllar geçip sarı yapraklar gibi uçuştuğunda bu kez yine şimdiyi yaşamak yerine geçmişi düşünüp kendinden kaçar, çünkü şimdi denen zaman dilimi sadece cennette ikram edilecektir. Cennet; sonsuzluk içindeki en sonsuz şimdidir."
Yukarıdaki satırlar Bülent Akyürek'in 14 yıl aradan sonra yazdığı kallavi romanı 'Satılık Adam'dan. Sevgili Bülent son çeyrek asrını 59 bölümden oluşan ve tam 528 sayfa süren bir yanı roman, bir yanı iç dökümü bu esere ayırmış. Üslubuna alışık olanlar için bir ileri basamak… Yazma sevdasını da yıllar boyu ne büyük meşakkatler altında yazdığını da yakından bilenlerdenim. Bu yanıyla sevgili Bülent'in kendisi de bir roman kahramanıdır gözümde. Okuyun, bir milyon konuda düşüncelere dalacaksınız, benden size garanti!
Bülent sonsuzluktan bahsediyor, oradan konuyu genişletecek alıntılara devam edelim. Sıradaki alıntı Ahmet Haşim'in 'Gurebahane-i Laklakan' kitabındaki yazılarından biri… Meşhur bir yazı, bilenleriniz mutlaka vardır. Ama bazen tekrar etmek gerekiyor, nesiller tazeleniyor, hafızayı da tazelemek lazım. Bu yazı nesilden nesile aktırılması gereken hafıza tazeleyici bir yazı: "Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an'aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslubuna göre de 'saat'lerimiz ve 'gün'lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltısı ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi. Madenden sağlam kapakları altında saklı tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında güneşin sema üzerindeki hareketiyle az çok ilgili bir hesaba uyarak, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan aşağı yukarı bir doğrulukla haberdar ederlerdi. Zaman sonsuz bahçe ve saatler, orada açan, kâh sağa, kâh sola meyleden, güneşten rengarenk çiçeklerdi. Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı çeşitli vakitlerin kırmızı, sarı, lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, büyük bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik 'gün' tanınmazdı. Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes'ut olduğu günler, işte bu günlerdi, şerefli günlerin vak'alarını bu saatlerle ölçtüler. Gerçi, astronomi hesaplarına göre bu 'saat' iptidai ve hatalı bir saatti. Fakat bu saat hatıraların kutsi saatiydi. Alafranga saatin adetlerimiz ve işlemlerimizde kabulü ve alaturka saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir 'eski saat' haline gelişi hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildi."