Kelimeler hâlâ dost mu bize

Az önce bu yazı için yazdığım giriş paragrafını sildim, yerine bu cümleleri yazıyorum. Sonuna kadar götürebilecek miyim bu defa Belli ki her sildiğimde aynı kahredici ikilemlerle başlayacağım yine söze. Devam etmek gerek o zaman; farkı yok çünkü bir sonraki sözün bir öncekinden. Yine de şunu itiraf etmeliyim; kelimeleri bir arada tutmak hiç olmadığı kadar zorlaştı.Bir haber çarpıyor gözüme, Gazze'de kaybedilen canları defnedecek yer kalmadı deniyor haberde. Şehrin her karış toprağı şehit bedenleriyle doldu taştı. "Çevresini mübarek kaldığımız" buyurmuyor mu Rabbimiz, İsra Suresi'nin ilk ayetinde Mescid-i Aksa için İşte o topraklar mübarek şehit kanıyla kan kırmızı!Bunca ölüm, bunca kıyım ve yine de dünyanın belki tek diri şehri Gazze! Yaşayan ölüler hâlâ çoğunlukta yeryüzünün diğer şehirlerinde. Zulmün bu derecesine bile aldırmayanlar, gözünü çevirip bakmaya bile lüzum hissetmeyenler var. Daha da ötesi, zalimin yanında durabilen, destek olabilen, böyle bir vahameti sayfalarca konuşup örtbas etmeye çalışanlar var. Onlardan değiliz, onların yanında da değiliz çok şükür ama... Günlerdir aç ve susuz ayakta kalmaya çalışan çocuklar, gözlerini gökyüzüne dikip, geçen uçaklar üstlerine yemek mi, bomba mı atacak diye merak ederken, biz o çocukların yanında da değiliz. Evlerimizde iftarı beklerken, midemizde birikmeye başlayan açlıktan ölesiye utanıyoruz. Alnımızı secdeye koyarken, hangi yüzle bunu yaptığımıza akıl erdiremiyoruz. Bizim hayatımızda her şeye bir çare var. Ama Gazze deyince, Doğu Türkistan deyince birden çaresizleşiyoruz. Adı üstünde bir çaresizlik hali bu ama yine de sormaktan geri duramadığımız şu soru nasıl da tırnaklarını geçirip acıtıyor içimizi: Bir çaresi yok muBu 'çare' kelimesi sadece gözlerimizi mazlumlar katledilirken elimizi attığımız bir kelime mi Bizim artık hiçbir şeye yaramayan, hiç kimseyi, hatta bizi bile kendine inandıramayan yalama olmuş bahanemiz!Her gün onlarca kere şahit oluyoruz parçalanmış çocukların, masum insanların kanlı bedenlerine. Sonra iftar saati geliyor, önceki yılların iftarları gibi, aynı acıkma ve kavuşma hissiyle, aynı iştahla neredeyse, aynı donatılmış sofralarda bırakıyoruz kendimizi unutmaya. Belki bir an duraksayıp yutkunanlarımız var. Ama kimse almıyor elimizdeki lokmayı, bardağımızdaki suyu, başımızın üstündeki çatıyı, lambamızdaki ışığı, odalarımızdaki sıcaklığı... Kimse bir füze atıp göğsümüzün üstüne öldürmüyor