"Üzgünüm, çok üzgün..."

I-Vagon'un içi tenhaydı, yolcuların neredeyse tamamına yakını 50 yaş üstüydü. Ayakta duran biri iki kişi vardı sadece ve oturanların bazısında "pandemi maskeleri" takılıydı. Yüzünde maskesi olanların diğerlerine göre daha fazla sağlık haberlerine maruz kaldığını düşündüm . Çin'de görülen, Amerika'da ve Avrupa'da salgın şeklinde yayıldığı söylenen "gizemli zatüre"."Gizemli zatüre"nin insandan insana geçtiği haberini, ekranı gün boyu açık olanlar kim bilir kaç defa izlemiştiDünyanın neresinde yaşarsa yaşasın insanlar ikiye ayrılıyor: Ekrana kilitlenenler ve bir ekrandan başka ekrana kendini kilitleyenler. Dünyanın yeni "zamansal" ayrımı. Ekrana kilitlenenler en fazla ellerindeki kumanda ile başka bir kanala geçiyor. O başka kanalda da aynı haberlere rastlayacağını bilse de elinden başka bir şey gelmiyor. Elinden niye başka bir şey gelmiyor Telefonu akıllı değildir mesela. Akıllı telefon kullanmaya hiç heves etmemiştir. Bildiği dünyada kalmayı istemiştir. Bilmediği dünyalara sadece tv ekranı üzerinden ulaşmayı emniyetli bulmuştur. Haberlerin sunduğu her şeyi bilir böylece. Türkiye'de, Hindistan'da, kutuplarda... tabii tercih ettiği kanalın "haber tercihine göre" bilir "her şeyi". II-"Utanıyorum çok utanıyorum" diyor orta yaşlı kadın telefondaki muhatabına. "O çocukların yüzü gözümün önünden gitmiyor. Onca yokluğun içinde ne kadar mutmain her biri. Biz hiçbir şey yapmadan öylece seyrediyoruz... Onların tepesine bombalar yağarken... Elimizden hiçbir şey gelmiyor."Telefonu kapatınca yanındaki emir verir gibi gürlüyor:"Boykot yap!" " Ben zaten o boykot edilen şeylerin hiçbirini almıyordum ki." "İyi ya işte sen zaten boykottaymışsın." "Utanıyorum" diyen kadın "Kalbim mutmain değil" diyor muhatabının kendisini anlamayacağından neredeyse emin."Dua et o zaman" diyor her durumdan kendisine vazife çıkaran seyyar nasihatçı kimliğini kartvizit yapıp yüzünde asılı tutan kadın. "Dua et o zaman" dediği kadının tepeden tırnağa haliyle edebiyle yürüyen bir dua olduğunu hiç fark etmeden...Kadın iki elini kalbine bastırıyor sanki kalbinden dışarı çıkacak olanlardan utanacakmış da çıkmasınlar orada öylece kalsınlar diye."Bu kadar üzülme" diyor seyyar nasihatçı.Oysa kadın yeterince üzülmediği için kendini suçlu hissediyor. "Bu üzüntü mü! Ye iç. Sıcak yataklarda yat. Geç ekran başına seyret seyret." Seyyar nasihatçi aman ne halin varsa gör deyip cep telefonundan bir vidyo açıyor. Açtığı vidyodan gelen kahkaha sesleri bütün vagona yayılmadan neyse ki telefonun sesini kısmayı akıl ediyor.III-Tren istasyona yaklaşırken aralarındaki buzdan duvarı son bir umut aşmak istercesine genç adam "üzgünüm" diyor. Öylesine söylenmiş bir cümle gibi değil. Üzgün olmayı tecrübe etmiş, üzgünlüğü harf harf inşa etmiş biri gibi. Vagondaki herkes "üzgünüm" diyen sese, sanki kendi üzgünlüğünü de katsın, katsın da muhatabına hiç cevap vermeyen şu kapşonlu kızın kalbine imece usulü bir pişmanlık tohumu atılmış olsun diye bakışları ile destek veriyor genç adama.Kapşonunu ve kara gözlüklerini kendine siper edinmiş genç kadın vagonun kapısı açıldığı sıra Ayten Alpman'ın sesinden dinlemeye alışkın olduğumuz o şarkıyı yükseklerden aşağı dökülen berrak bir su gibi söylemeye başlıyor:Üzgünüm acı sözlerim için Üzgünüm seni kırdığım için Haklısın bana darılsan bile Beni terketsen bile Ne yaparım ben böyleyim Üzgünüm bütün olanlar için Üzgünüm mutlu yıllarım için Aşkımız gölgesiz olmalıydı Şüphesiz olmalıydı Affedemem ben böyleyim.Kız iniyor "üzgünüm" diyen genç adam trende kalıyor. Kendisine yöneltilmiş bakışlardan tedirgin, tirenin yeni bir istasyona varmasını bekliyor.Âna tanık olan yolcular "bu hikayeyi" nereye koyacağını bilememenin şaşkınlığını yaşıyor bir süre.Çekim yapan birini görseler rahatlayacaklar sanki. Ya da genç adam sanki çok normal bir şeymiş gibi kendileri hakkında vagondakileri bilgilendirse