Cip değil de daktilo isteyen o genç kıztercihinden dolayı hiç pişman olmadı...
Hafızayı ve hatıraları beslemek gerekiyor. Lakin hatıraların muhafazasını sadece fotoğraflara, bizim için arşiv oluşturduğunu iddia eden dijital mecralara depolanan fotoğraflara devretmek ne kadar doğru
Zannedilenin aksine hafızayı ve hatırayı besleyen dijital kültür değil, sözlü ve yazılı kültürdür. Sözlü kültür nesiller boyu ailenin hikayesini, memleketin ahvalini bir kulaktan ötekine aktarır durur. Edebi metinler de adeta kokunun yerini tutar. Şaşırdınız mı Şaşırmakta haklısınız. Ben dahi şaşırdım. Sait Faik Abasıyanık'ın Mahalle Kahvesiadlı öykü kitabında yer alan "Gramofon ve Yazı Makinesi" adlı öyküsünü okuyordum. Anlatıcı radyodan hazzetmediğini söylerken gramofon ve yazı makinesi için adeta methiye düzüyordu. Öykünün hafızamdan çekip getirdiği bir sahne ilebizim geçmişimizi taze tutan şeyin aynı zamanda "başkasının anlatısı" olduğunu fark ettim.
Onun yazı makinesi hakkında yazdıklarını okurken ilk daktilomuyazı makinemi aldığım sahneyi hatırladım.
Yıl 1980. Rahmetli büyükbabam emekli ikramiyesini alacak. O yıllarda insanların emekli ikramiyesinin alım gücü o kadar yüksek ki ev alanlar, araba alanlar, yatırım için arsa alanlar... Emekli ikramiyesi ele geçmeden önce nasıl değerlendirileceği ince ince hesaplanıp en kârlı yatırım için eş dost ile hararetli bir şekilde fikir alışverişinde bulunuluyor.
Büyükbabamın emekli ikramiyesi ile ev alma seçeneği gündemde değil. Çünkü emekli olduğu fabrikanın himayesinde kurulmuş kooperatif aracılığıyla yapılan sitede bir dairesi var. Geçerken söylemiş olayım o yıllarda patronların işçilerini ev bark sahibi yapması Yeşilçam filmleri üzerinden de özendiriliyor. Mesela Ediz Hun'un hayırlı patron olarak işçilerini ev bark sahibi yaptığı 1969 yılında çekilmiş olan Yaralı Kalpfilmi ile büyük babamların kooperatif aracılığı ile daire sahibi olması aynı yıllara denk geliyor. Hatta filmin bir sahnesi ile bizim evin önünde yapılan tören birbirine tıpa tıp benziyor. Yıllar sonra filmi seyrederken acaba dedim bu filmi Nuran Kocabıyık görmüş müydü Borusan Holding'in yönetim kurulu başkanı olan eşine, "Biz de böyle bir merasim yapmalıyız Asım" demiş miydi
Salon salamanje 120 metrekare daireleri Nuran Kocabıyık'ın müteahhit ağabeyi yapmıştı. Öyle bir yapmıştı ki gören herkesin hayranlığını kazanan, bahçe içinde, dört katlı muhkem üç apartman.
Rahmetli büyükbabam emeklilik ikramiyesini aldığı gün, o sıra Türkiye'ye henüz gelmiş olan Japon Suzuki cipi kastederek benim hayalini kurduğum daktilo ile cip arasında bir tercihte bulunmamı istedi. Emekli ikramiyesi Suzuki cip almaya yetiyordu. Böyle bir soru size hiç anlamlı gelmemiş olabilir. O sıra üniversite öğrencisi olarak kredi hakkını kazanmış olsaydım belki ben de daktilo değil de cip derdim. Netice olarak daktiloyu kredimden arttırarak alabilirdim. Ama henüz kredim çıkmamıştı. Çıkacağının da garantisi yoktu ve ben ille de daktilo istiyordum. Daha o zamandan kendi el yazımı okuyamıyordum. Zihnimin hızı ile parmaklarımın hızı birbiri ile uyumlu olmadığı için ille de on parmak daktilo öğrenmeyi aklıma koymuştum. Büyükbabamın bana sormuş olduğu soruyu "Daktilo" diye cevapladım. Büyükbabam değişik zamanlarda tekrar tekrar sordu. Hiç tereddütsüz daktilo demem neticesinde ilk daktiloma kavuştum. Sarı-siyah Silverred.
Büyükbabamın sorusuna daktilo cevabını vermeden önce sahaflardan Kendi kendine on parmak daktilokitabını çoktan edinmiştim. O yıllarda Beyazıt'ta Şampiyon daktilo kursu vardı. Bu kurstan mezun olanlar on parmakhatasız ve hızlı yazım ile sık sık Avrupa birincisi oluyorlardı. Elbette o zaman daktilolar F klavye.