Kendi söküğümüzü dikelim

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün Külliye'de düzenlenen Türkiye Basın Federasyonu'nun ödül töreninde bizim de yaramıza parmak bastı. "Eline bir mikrofon, bir de kamera alanın, kendisini gazeteci olarak gördüğünü" söyledi.

Aynen öyle. Daha güzel bir benzetme de olmazdı. Dört bir yanımız bunlarla dolu. Bizim mesleğin en büyük sıkıntısı zaten bu tipler! Sağda solda koşturuyorlar. Ona buna çemkirip ahkam kesiyorlar. Sorulunca da "Biz gazeteciyiz" diyorlar.

Bu mesleğin bir usulü, adabı ve ahlakı vardır. Bunların çoğunda kırıntısı yok. Geçmişte, bu tiplerin sergiledikleri etik dışı davranışların yüzde birini yaptı diye işten çıkardığım insanların benzerleri, gazeteci geçiniyor. Yıllar önce İletişim Fakültesi'nde ders verirken, müfredata "Yorumlayıcı Gazetecilik" adında bir ders koydukları için sert tepki gösterdim. Ama buna rağmen özelikle o dersi ben verdim. Daha ilk derste "Sakın ha" dedim:

-Yorumlayıcı gazetecilik diye bir şey olmaz. Yorumlamak yazarın işidir. Çünkü haber kutsal, yorum hürdür. Haberi yorumlamak o kutsallığı zedeler. Sakın böyle bir şey yapmayın.

Sonra da gazeteciliğin nasıl bir meslek olduğunu anlattım:

-Bu mesleği yaparken, bir cerrah hassasiyetinde olmalısınız. Ameliyat sırasında cerrahın nasıl hastasına zarar verme hakkı yoksa, gazetecinin de haber yaparken, doğruluktan şaşıp, ona buna zarar verme hakkı yoktur. Haberci, bir objektif gibidir. Ne görürse onu yansıtır. Çarpıtamaz, yorumlayamaz, saptıramaz.

Tabii bunları duymak bazılarının işine gelmedi. Zaten "Yorumlayıcı Gazetecilik" dersinin hayatı da uzun sürmedi.

Geriye dönüp bakıyorum da, aradan 25 sene geçmiş...

Benim anlattıklarımın çoğu yok olup gitti o süreçte. Bu mesleğin kutsalları ile çok oynandı. İstisnalar bir kenara bırakılırsa, zaman içinde gazetecilik halkı bilgilendirmek için değil, halkı yönlendirmek için yapılır hale geldi.

"Tetikçi" adı verilen tiplerle "fonlu gazeteciler" denilen figürler ortaya çıktı. Ne idüğü belirsiz