Yaz Bizi Okusun!

Yaz mevsiminin son günlerindeyiz. Bundan sonra sıcaklığı sonbaharın sarısında hissedeceğiz. Yaz ayları kapitalist tüketim toplumunda "tatil" olunan yani atıl bırakılan zaman dilimlerini ifade ediyor. "Deniz, kum ve güneş" üçlüsü tatil reklâmları yönlendirmesiyle herkes bir şekilde yaşadıkları şehirlerden kendilerini "atmak" bir yıl boyunca yaşadıkları(!) yerlerden kurtulmak istiyor. Daha kış aylarında başlıyorlar tatil rezervasyonlarına, imkânı olmayanlar yine o yaşanılması dayanılmaz olan kent hapishanelerinde bir ufak yeşillik barındıran park alanlarına akın ediyor. Acaba yaz ayları bize nimet olarak verilen zamanı öldürme ayları mıdır Kapitalizmin çizdiği sınırlar dâhilinde elimizde az buçuk biriktirdiğimiz tasarrufları tüketme ayı mıdır Kendilerine dindar diyenlerin diğerlerine öykünerek İslami otellerde(!) stres attıkları zaman dilimleri midir Her olayda olduğu gibi yaz dönemleri için de bir yaşam tarzı geliştiremediğimiz gerçeği de şöyle yamacımızda dursun. pushfn('ads'); Hayattayız, bir şekilde dünya hayatında bize tayin edilmiş zamanı dolduruyoruz. Hayat, kitle iletişim araçlarının ürettiği içeriklerden çok daha fazla derin bilgiye ihtiyaç duyan bir anlam alanıdır. Gündemleri takip ederek, belirli eşik bekçilerinin izin verdiği onay verdiği enformasyonların dışında daha sahih ve hakikatli bilgilere muhtaç olduğumuz ve sonunda hesap vereceğimiz bir düzlem. Bizlere bu hakikatli ve sahih bilgilenme alanları açan hiç şüphesiz kitaplardır. Bu yaz mevsimlerini bazı insanlar bu tür okumalarına ayırır. Kitap okur, reklâmların işaret etmediği mekânları keşfe çıkar ve kevnî ayetleri de okurlar. Biz de bu haftaki yazımızda yaz aylarımıza eşlik eden birkaç kitaptan pasajlara yer vereceğiz. Sonuçta bizden önce hayatı tecrübe etmiş kalemler bizlere hayatı anlama noktasında bir ışık tutarlar. Bu yazın başında okuma serüvenimizde bize ilk eşlik eden kitap "İletişimin ABC'si" oldu. Prof. Dr. Ünsal Oskay'ın iletişim fakültesi öğrencileri için kaynak olarak okutulan kitabında karşımıza çıkan iletiler insanların neden hep aynı hedefleri yaşamaya çalıştığını, hangi görüşten olursa olsun aynı yaşam pratiklerini ortaya koyduğunu işaret ediyor. Oskay kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği dünyayı şöyle özetliyor: "yaşanan reel dünyanın aslını, tamamını değil, gazetenin uygun gördüğü görünümü ile, uygun gördüğü kadarıyla ve gazetenin meslek etiğine göre işlenmiş haliyle bize sunulan bir dünyayı yaşıyoruz. Dünyanın kendisini yaşamamız artık çok sınırlıdır. Yaşadığımız, bu 'ürüne dönüştürülmüş' dünyadır." pushfn('ads'); Oskay'ın satırlarından ülkemizde son zamanlara hükümran olan hamaset dilinin neden baskın olduğuna dair de cevap buluyoruz. İktidarlar ülkedeki dili de değiştiriyor: "Adorno, aynı zamanda, kullandığımız dilin bizim kendi yaşam deneyimlerimizden üretilmiş ve bizim toplumsal konumumuz açısından anlamlandırılmış bir dil değil de, yönetici seçkinlerin azınlığının kendisi ya da görevlendirdiği kurum ve kuruluşların, oluşturup bize benimsettikleri bir dil olması sürdükçe hayatımızın öznesi olamayacağımızı da vurgulamıştır." Her ülkede de iktidarlar toplumların sosyal yapısına göre kendine elverişli kurumları kullanmaktadır. Bazı kürsülerde din adına konuşup hamaset üretenlere bir de Adorno'nun belirttiği yerden bakmalıyız galiba. Kitapta çarpıcı olan noktalardan biri de kitle iletişim toplumlarının ürettikleri içeriklerle, metinlerle toplumları nasıl manipüle ettiğinin örneği olarak kitapta geçen şu cümleyi de şuraya bırakalım: "dünyanın her yerinde bankaların 'muhafazakâr' bir kimlikle görünmesi istenmektedir." Yaz okumalarında eşlik eden diğer kitap ise şair Hüseyin Akın'ın Yeni Devir Yayınları'ndan çıkan "Tasavvuf Tedbirleri" kitabı. Fildişi kulelerinden edebiyat yapmak yerine hayata dokunan şahitliklerin yer aldığı kitabı okudukça, "Evet, aynen de böyle" diye içimizden geçen satırlara tanıklık ediyoruz. Akın, hayata dair şöyle not düşmüş: "Derdin fazlalığı dünyaya ait kaygılardan neşet eder, derdin derinliği davaya yönelik endişeden." Kitabın altını çizdiğimiz satırları da şunlar oluyor. Bir işin peşine düştüğünüzde ya da sohbet edecek birini aradığınızda insanların çok meşgul, hep meşgul olduklarını görürüz. Onlar için şair Akın; "Bu kişilerin telaşlı hallerine bakıp da sakın çok işler başardıklarını falan zannetmeyin. O kadar meşguliyetlerine rağmen ortaya koydukları bir şey de yoktur. Sorsanız, başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur. Ne düğünlere yetişirler ne cenazelere." "Meslek toplantıları, iş görüşmeleri, daha çok ekonomik fırsat kovalamacaları neresinden bakarsak bakalım insanî değildir." "Yaşayan insandan ümit kesmeye başlamışsak trajik bir ölümle ölmeye başlamışız demektir." "İnsanın meşgul olduğu şeylerle insanı meşgul eden şeyleri birbirine karıştırmamak lazımdır. Birinde gönüllü teslimiyet varken, diğerinde kendini istemeden kaptırma vardır." pushfn('ads'); Akın'ın kitabındaki şu cümleler Müslümanların durumunu ne güzel de ifade ediyor: "Kahrolsun!" dedikleri şeylerin bir sloganla kahrolmayacağını gayet iyi bilirler, üstelik kahrolası şeylerin kahrolması için kendilerinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranırlar." "Uzaktaki mağdur yakındaki mazlumdan evladır onlar için. Mazlum ne kadar yakın olursa mesafeden mütevellit sorumluluk da o denli artar. Uzaktaki mağdur duyarlıklarını sınamak isteyenlere en iyi cevaptır. Uzaktakine