Gülşen ve kültürel iktidar

Şarkıcı Gülşen dün 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme' suçlamasıyla tutuklandı. Gülşen bir süredir sahne kostümleri, LGBTİ'lara desteği, itirazcı tutumu, yaşam tarzıyla gerici çevrelerin hedefindeydi. Seçim öncesi köktendinci grupları konsolide etmek isteyen iktidar onlar için nefret nesnesine dönüşen bir kadını hukuksuz bir şekilde feda etmiş oldu. Mesele dini hassasiyetler, inanç özgürlüğü, manevi değerler, kutsallık ve milli duygular meselesi değildi. Hamle düpedüz siyasi. İktidar kimin üzerinden, hangi noktada, nasıl ve ne koşullarda siyasi sermaye yaratabilir onunla ilgileniyor. Mevcut yapının yıkılması için sınırları her seferinde biraz daha zorlayarak, kendine müthiş bir siyaset alanı açıyor. Başta muhalefet partileri olmak üzere, halkın çoğu bunu umursamadıkça, sessiz kaldıkça ya da gözdağından korktukça o siyasi alan daha da genişliyor. Gülşen'in tutuklanmasının bir de sembolik tarafı var. Milyonların önündeki, popülerliği yüksek, ünlü bir kadının hapse tıkılması rejimin diğer kadınlara ve bu yaşam tarzını savunanlara verdiği nokta vuruşlu bir gözdağı. Bu hamleyle rejimin gerçek adını koymaya bile gerek kalmıyor. Biz ekranlarımızdan olanları lanetlerken, laikliğin hala sağlam bir sütun olarak sistemi taşıdığı yanılsamasını yaşıyoruz. Oysa o sütuna her gün yıkıcı darbeler iniyor.Gülşen vakasının iktidar için rahatlatıcı bir mağduriyet, geçici bir kenetlenme, muhalefeti bir kez daha köşeye sıkıştırma gibi faydaları olduğuna kuşku yok. Ancak Gülşen vakası aynı zamanda AKP iktidarının ne zamandır ele geçiremediği için hayıflandığı bir kalenin de temsili işgali. AKP, 20 yıllık siyasi iktidarına karşın ülkede kültürel iktidara ulaşamadığını düşünüyor. İktidar, medya, sinema, sanat, bilim ve teknoloji alanlarında 'yabancı hizipcilerin' iş başında olduğunu iddia ediyor. Aslında kültürel iktidarla kast edilen 100 yıllık Batılılaşma hedefinin tüm kurumlarda, toplumun genelinde,