Sadece bir yarışma değil, milli mesele!

Gastronominin Oscar'ı olarak da bilinen Bocuse d'Or birkaç hafta önceydi. Ülke takımlarına verilen büyük çaplı devlet desteklerinin o ülkenin gastronomisine yapılmış önemli bir yatırım olduğunu bir kez daha gördük. Bir gün Türkiye olarak bu yarışmayı biz de kazanmak istiyorsak sabır isteyen uzun soluklu bir strateji için gereken adımları atmaya başlamamız lazım.Birkaç hafta önce Budapeşte'de gerçekleşen Bocuse d'Or Avrupa Uluslararası Şef Yarışması'nda pek içaçıcı bir sonuç alamadık maalesef. Bir kez daha anladık ki sadece yetenek ve iyi yemek pişirmek yetmiyor. Üst düzey makamlardan özel sektöre bunu milli bir görev olarak görmek gerekiyor. Sıradan bir yarışmadan bahsetmiyorum. Gastronominin Oscar'ı olarak da bilinen Bocuse d'Or için yapılan bu benzetmede ufacık bir mübalağa yok. Bunu anlamak için bir kez de olsa bu yarışmayı izlemek kâfi. Son 20 yıla bakmak bile ülkelerin gastronomik gelişimi hakkında fikir vermeye yetiyor.Bocuse d'Or Avrupa Uluslararası Şef Yarışması'nın kazananı Danimarka oldu.Biraz geriye gidelim. Yani Fransa'nın teknikleri, İtalya'nın gelenekleri ve İspanya'nın şefleriyle övündüğü yıllara... Mesela 90'lı yılların sonlarına. Kuzey Avrupa'nın parlak çocukları ellerindeki üç-beş malzemeye takla attırarak "Burada bir şeyler oluyor" dedirtmeye yeni başlamıştı. İşte, mükemmele takıntılı Kuzey Avrupalı bu genç şefler, üst düzey mutfak teknikleriyle işlenmiş malzemeleri, sanat eseri tabakları ve başlattıkları mutfak devrimiyle gümbür gümbür gelen Kuzey mutfağının habercisiydi.'MALZEMELERİ BAVULLA ZAR ZOR GETİRDİK'Şimdilerde 50 Best'te 2'nci olan Geranium'un şef ortağı Rasmus Kofoed yıllarca Bocuse d'Or için çalıştı. Hatta ilk yarıştığında bronz madalya alıp sonrasında bunu altına çevirmeyi başardı. Sonra Danimarka takımının koçluğunu üstlendi. Hatta o zamanki röportajlarında söylediği "Bu yarışmada başarmak isteyenlere ilk öğüdüm özel hayatlarını tamamen unutmaları" tavsiyesi hâlâ çok konuşulur, örnek gösterilir.Benim ilk Bocuse d'Or tecrübem 2018'de İtalya'nın Torino kentindeki Avrupa elemeleriydi. Yarışmanın dünya finalleri iki yılda bir dünyanın en kapsamlı sektörel gastronomi fuarı 'Lyon Sirha'da yapılıyor. Bu iki yıllık süre zarfında da Avrupa, Asya ve Amerika finalistleri seçiliyor. Yarışma alanının dışında, üzerinde ülke bayrakları olan devasa TIR'ları görünce gözüm Türk bayrağını aramıştı ister istemez. Ekipten birine sorduğumda "Ne TIR'ından bahsediyorsun, malzemelerimizi bavullarla zar zor getirdik, üzerine THY'ye bir dolu ekstra bagaj parası ödedik" cevabını almak ağırıma gitmişti, ne yalan söyleyeyim. Bir de yarışmaya katılan şefin haleti ruhiyesini düşünün. Takımlarını desteklemeye gelen ve aralarında ülke prenslerinin dahi olduğu yüzlerce insandan bahsetmiyorum bile.Macaristan takımının patatesi havyar ve salatalıkla lezzetlendirdiği sunumuİşte ülkelerin bunu milli bir mesele olarak gördüğünün ve takımlarına yaptıkları büyük yatırımı aslında ülke gastronomilerinin geleceğine yaptıklarının idrakine o zaman varmıştım. Mesela o yıl Fransa hükümeti 2.5 milyon, Norveç 1.2 milyon, Belçika 500 bin euro gibi bütçeler ayırmıştı takımı için... Şef, koç ve komi maaşa bağlanıyor, sadece bu yarışmaya konsantre olmaları bekleniyor. 1'inci gelen Norveç'in koçu son 2 ay, şefi de son 4 ay ailesini hiç görmeden hazırlandığını da anlatmıştı.Danimarka takımının patates ve geyik etiyle hazırladığı tabakÜlkenin tüm şefleri de bu iş için seferber oluyordu. Norveç'in 1'inci gelen menüsünün tasarımına 17 şef omuz vermişti. Ana malzemenin ve temanın önceden açıklandığı yarışmadaki her tabak