Meral Akşener'in övdüğü "Medenî Bilgiler" kitabı İslam'a hakaret ve iftiralarla dolu

"Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabı, 1931 yılında iki cilt hâlinde yayımlanmıştır. Kitabın ikinci cildi CHP Genel Sekreteri Recep Peker tarafından hazırlanmıştır. Kitapla ilgili Prof. Dr. Hasan Ünder şöyle der: "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabında dönemin aydınlarının bizzat yazdığı kısımlar bulunmaktadır. Bunlar, "Türkiye'de Cumhuriyet Nasıl Oldu" başlıklı bir bölümde Tevfik Bıyıklıoğlu; "Askerlik Vazifesi" adlı bölümde İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak'ın bazı cümle veya paragrafların sahibi olduğuna ilişkindir. Kitapta İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Bakan Cemal Hüsnü Taray'ın askerlikle ilgili görüşleri de yer almıştır. Afet İnan'ın kaynaklar arasında adını belirtmediği, bir ansiklopediden ve "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler"den önce ortaokullarda hemen hemen tek ders kitabı olarak okutulan Mehmet Emin Erişirgil'in Yurt Bilgisi adlı kitabından yararlanılmıştır. Goltz'un Milleti Müsellaha adlı kitabı, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler'in başka bir kaynağını oluşturmaktadır (Hasan Ünder, "Milleti Müsellaha ve Medeni Bilgiler", Tarih ve Toplum, Sayı 192, Aralık 1999, Ankara s. 49-56.). Kitabın yazarı Afet İnan'dır. Kitap, 1969, 1988 ve 1998 yıllarında Medeni Bilgiler adıyla basılmıştır. Maarif Vekâleti bu kitabı, 1933'te basmıştır. "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabı, şu başlıklar altında ele alınarak değerlendirilebilir: 1. İnsanı "Tabiat" Yarattı Doğanın (tabiatın), her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve onurunu anlamaya başladı. İşte, insanlar, bu anlayış derecesine yükseldikten sonradır ki "doğanın (tabiatın), insanda yarattığı bütün yetenekler, çalışmalarını serbest olarak yapmayı ve serbest olarak geliştirmeyi gerekli kılar; bu gereklilik doğaldır; doğanın verdiği haktır", düşüncesine ulaştılar. (Medeni Bilgiler, Liseler için, 1931, s. 80-81). Yukarıdaki ifadeler, yüce Allah için kullanılan "ekberen büyük" karşılığında "tabiat" için kullanılmıştır: İnsan da tabiatın çocuğudur. O, yaratmıştır. Aynı şekilde bütün yeteneklerini yaratan da tabiat olmuştur. Bu görüş, Materyalizm, Pozitivizm ve "Aydınlanma" çağının dine ve evrendeki olaylara bakışına dayanmaktadır: Allah yok, din yok, maneviyat yok ve her şey, maddeden, görünenden ibarettir. Onun adı da "Tabiat"tır. Yaratan "tabiat"tır. 2. "Toplum" da Yaratıcıdır Ahlak, kutsaldır; çünkü en büyük ahlaki gerçeklik sahibi bir "yapan"a dayanır. O yapan, yalnız ve ancak "toplum"dur. Ondan başka bir yapan (yaratıcı) yoktur. Allah dışında düşünce sahibi olanlar için, örnek bir şekilde düşünülmüş toplum dahi, sadece bilinçte vardır. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal hayat, toplumun bireyleri arasındaki eylem ve tepkilerden oluşur. Gerçekte "toplum", yoğun bir düşünce ve ahlaki çalışma odağıdır (Medeni Bilgiler, s.43-44) Burada ahlâk, dinî kaynaklardan (âyet ve hadislerden) koparılarak dünyevileştirilir, daha sonra ise millîleştirilir. Söz konusu millîleştirme işleminde ahlâk, "seküler bir kutsallık"la buluşturulur. Başka bir anlatımla "millî his", "dinî his"in yerine geçen bir "karşı kutsallık" alanı oluşturur (Doç. Dr. Fatma Gürses "Kemalizm'in Model Ders Kitabı: Vatandaş İçin Medeni Bilgiler", s. 9Akademik Bakış - C.4, S.7, Kış 2010). "Toplum" kavramı da "ondan başka bir yapan (yaratıcı) yoktur" denilerek, "yaratıcı Allah" yerinde kullanılır. 3. Muhammed'in Kurduğu Din Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, milliyetlerin fevkinde (üstünde) şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu (sürüklüyordu). Açık ifadeyle: Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, milliyetlerin üstünde kapsamlı bir Arap milliyeti siyasetine götürüyordu (Medeni Bilgiler, s. 364-365). Cümle temelde yanlış kurulmuştur. Peygamberler din kurucuları değildirler. Hazret-i Muhammed "aleyhisselâm" da din kurmamış, yüce Allah tarafından peygamber seçilmiş ve kendisine indirilen âyetleri, İslam dinini insanlara tebliğ etmiştir. Peygamberlerin bir görevi de tebliğdir. Gelen vahyi, insanlara bildirmektir. İslam'ın gayesi de, "Arap milliyetçiliğine götürmesidir" ifadesi, İslam'ı hiç bilmeyenlerin veya ancak İslam düşmanlarının ortaya atabilecekleri bir yalan ve iftiradır. Hangi âyet ve hadiste bu bildirilmiştir Aksine dine aykırı bir kavmiyetçilik, yerilmiş, kötülenmiştir. İslam kardeşliği ve takva esas alınmıştır (Hucurat, 13). İslam'ın temel kaynaklarında olmayan bir şeyin, dine mâl edilmesi kadar kötü ve âdi bir isnad olabilir mi 4. Arapların Dini Türkler, Arapların dinini (İslam'ı) kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin millî rabıta (bağ)larını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu (Medeni Bilgiler, s. 364). "İslam" karşılığında kullanılan "Arapların dini" kavramı, "bilim"e de, halk arasında kullanım şekline de tamamen aykırıdır. İslam, Arapların dini değildir. O dönemde Arapların dini, putperestlik idi. Peygamber efendimiz elbette o toplumdandır ve putperestliğe karşı savaş açmıştır. Hazret-i Peygamber'in İslam da'vetine icabet eden Araplar, İslam potasında eriyerek birbirlerini kardeş bilen Eshâb-ı Kiram olmuşlardır. Artık toplum hayatında, insan ilişkilerinde, iman, ibadet ve ahlâk konularında dinin koyduğu ölçüler ön plandadır. Zaman zaman kavmiyetçilik fikrini andıran davranışlar ortaya çıkınca, Resûlüllah, Mü'minleri en şiddetli şekilde ikazda bulunmuş, uyarmıştır. Türkler de toplum hayatında, insan ilişkilerinde ve dini yaşayışta, aynen Eshâb-ı Kiram'ı örnek alarak davranışta bulunmuşlardır. Türkler, Müslüman olduktan sonra Arap, Acem ve Mısırlılar ile ırk esasına dayanan bir millet olmak için gayret sarf etmemişlerdir. Çünkü İslam dininin böyle bir hedef ve gayesi yoktur. Müslümanlar, Türkistan illerinde, Acem topraklarında ve Afrika kıtasında ilerlerken, hiçbir zaman halkı Arap yapmak için ırklarını öne sürmemişlerdir. Aynı şekilde Alparslan Anadolu diyarına girerken ve Fatih İstanbul'u fethederken, halkı Türkleştirmek için değil, insanlara dünya ve Ahiret saadetini, adaleti, temizliği, çalışkanlığı, gerçek manada insanlığı sunan İslam'ı duyurmak ve onlara tanıtmak için gelmişlerdir. İddia edildiği gibi İslam: "Türk milletinin millî rabıta (bağ)larını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu" suçlaması, tarihî gerçeklere tamamen aykırıdır. Bugün bile ırkçılık, bütün dünyada yasaklanmıştır. Irkçılık ile İslam çerçevesindeki millî his ve ruhu, ecdada saygı ve hürmeti, aile ve akraba önceliğini birbirine karıştırmamak lâzımdır. İslam'ı anlamayanlar ya da İslam'a inanmayanlar, hiçbir zaman Müslüman'ı ve İslam'daki fetih ruhunu kavrayamamışlardır. 5. "Ümmet" Kavramına Tepki Bu Arap fikri, "ümmet" kelimesi ile ifade olundu (Medeni Bilgiler, s. 365). Ümmet kavramının Arap fikriyle hiçbir ilgisi yoktur. Herhâlde bu, İslam'a ve Müslümanlara duyulan tepkiden ileri gelmektedir. Ümmet mefhumu, âyet ve hadislerde geçmektedir. Hak dine de (Enbiyâ, 92), bâtıl dine de inananlara (Zuhruf, 22) ümmet denilmiştir. İnsanlar başlangıçta bir tek ümmet idi, yani tevhid dini üzere idiler. Sonradan ihtilâfa düşerek şirk ve küfre karışmışlardır (Yûnus, 19). Yüce Allah, isteseydi insanlar tek bir ümmet, yani tek din, tevhid dini İslâm üzere olurlardı. Fakat onlara irade hürriyeti vererek, iman ve küfrü seçmede, onları serbest bırakmıştır (Hûd, 118; İnsan, 3). Anlam olarak ümmet, bir peygambere inananlar ve semâvî dinlere mensup kavimler topluluğu; Kur'ân-ı Kerim'de de, genel olarak din, müddet, zaman (Hûd, 8), rehber (Nahl, 120) ve topluluk (Kasas, 23) anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. 6. Müslümanlarla İlgili Doğru Tespit Muhammed'in dinini kabul eden (Mü'min)ler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine (i'lâ-i kelimetüllah'a) hasretmeğe (adamaya) mecburdular (Medeni Bilgiler, s. 365). Bu cümle ve tespit, çok doğrudur. Keşke her Mü'min bu düşüncede ve idealde olsa, bu durumda dünyamız daha güzel, ma'mur ve insanlar, daha müreffeh olurlar. Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlılar, i'lâ-i kelimetüllah'a ("hakk"ı duyurmaya) inanmasalar ve bu uğurda çalışmasalardı, şimdi bizim millet olarak Müslüman varlığımız, söz konusu olamazdı. 7. İbadetler, Türkçe Yapılmalı Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında (Türkçe) değil, Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitap (Kur'an)la ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti (Medeni Bilgiler, s. 365). Bu, son derece yanlış bir itikat ve düşüncedir. Çünkü din, insan ürünü ve yapısı bir kurum değildir ki, ona istenilen şekil verilebilsin. Din, yüce Allah'ın peygamber vasıtasıyla insanlara gönderdiği emir, yasak, kasas, diğer dünya