"Ilımlı İslam"ın Vehhâbilik Kolu Diyanet'i ve Ülkemizi Tehdit Ediyor

Batı, 15. ve 16. yüz yıllarda Rönesans ve Reform hareketleriyle bilim ve din anlayışında hâkim olan birçok yanlış kanaati düzeltmiştir. Ancak Hristiyan din alanındaki eleştirilerinde "doğru"yu söylerken, hedef olarak aldıkları "doğru", hiçbir zaman hakikatingerçeğin kendisi olmamıştır. Her şeyden önce "din" algısı, yanlış olmuştur. Dini "vahiy" mecraından çıkarıp beşerîleştirmişler, insan yapısı bir kurum ve olgu hâline getirmişlerdir. Temel esaslarda yapılan bu hata, bütün yapıyı güvensiz ve tehlikeli bir hâle getirmiştir. Üç başlı bir ilâh inancıteslis ve yazarları beşer olan dört çeşit İncililâhî kitap, bunun en açık delillerindendir. Bu güvensiz ve tehlikeli yapı, Hristiyanların kendi dinlerinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Kiliseler boşalmış, din adamlarına itimat kalmamış ve bazıları da tamamen dini inkâr ederek maddeci ve ateist olmuşlardır. Hristiyan camiası, neye inanacaklarını şaşırmış bir vaziyette doğru bir din arayışı içine girmiştir. İşte dünya, İslam dini ile bu şekilde karşılaşmıştır. Gruplar, kitleler hâlinde insanlar, Müslüman olmaya başlamışlardır. İslam'ın tek ilâhAllah inancı, putları ve insanları ilâh edinmeyi reddedişi -ki, Hristiyanlar, Hazret-i İsa'yı, Yahudiler de Hazret-i Uzeyr'i "Allah'ın oğlu" edinmişlerdir- Kur'an'ın tamamının ilâhî kelâm oluşu ve içinde ilâve edilen insan sözünün bulunmayışı, İslam âlimlerinin bir kimseyi cennete gönderme veya cehenneme atma gibi bir yetkilerinin olmayışı gibi sebep ve özelliklerle İslam dini, dünyada hâkimiyet sağlamış ve itibarlı bir hâle gelmiştir. Bunda Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok Müslüman Türk devletinin hizmet, yardım ve gayreti olmuştur. İslam'ın bu yapısını gören Batılılar, özellikle Misyoner Müsteşrikler, çok kısa zamanda teşkilatlanarak, İslam dini'nin yayılışını ve halka etkisini durdurmak için çeşitli projeler üzerinde çalışmaya başladılar. İstişrakOryantalizm, bu amaçla kurulan bir teşkilatlanmanın adıdır. Bu merkezlerde, Üniversitelerde ve Kilise vakıflarında kendi eleman ve ajanları eğitildi ve yetiştirildi. Müsteşrikler, önce, doğrudan İslam'ın bâtıl bir din olduğunu söylediler -hâlen açıktan söyleyenler, yazanlar, çizenler mevcut- bu teşebbüs, Müslümanlar arasında kabul görmedi, hatta tepki ile karşılandı. Bu sefer Oryantalistler, taktik ve plan değiştirerek, Müslümanların kendi temsilcileri vasıtasıyla İslam'ı değiştirme, bozma ve etkisiz hâle getirme girişimlerine başladılar. Ancak, bu faaliyette asla reform kavramı kullanılmayacak, ıslah, asla dönüş, modernizm gibi halkın da tasvip edebileceği deyim ve tabirler üzerinde durulması kararlaştırıldı. "Ilımlı İslam" kavramı, böyle bir düşünce ve projenin eseridir. Buna göre "Kur'an'daki ahkâm'ın hükmü geçmiştir, cihad asla yapılmayacak, ehl-i kitab'a kâfir denilmeyecek, diğer dinler de haktır, peygamberi ve vahyi inkâr etse de tekfir ve tefrik kelimeleri, kesinlikle kullanılmayacak, bu itikadı taşıyanlar Müslüman addedilecek ve bunun adı da Ilımlı İslamLight İslam olacaktır." Batı'nın İslam dünyasında Müslümanların önüne koydukları İslam projesinin çerçevesi budur! Vehhâbilik, bu projede yer alan bir ünite ve bir bölümdür. "VehhâbilikSelefiyye"nin Ortaya Çıkışı Vehhâbilik, Cumhur-ı İslam'ın temsilcisi Ehl-i Sünnet Dört Mezheb'e -Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî- karşı Batılılarca üretilmiş yanlış bir İslam inanışıdır. Bu itikat, sonraları SelefiyyeSelefîlik ismi altında -terör unsurlarını da içinde bulunduran- Ehl-i Sünnet muhalifi siyasî ve bâtınî bir hareket hâline geldi. Kurucusu, Muhammed b. AbdülVehhâb b. Süleyman et-Temimî en-Necdî'dir (ö.12061791). İbn AbdülVehhâb, Osmanlıyı parçalamak ve yıkmak için Arap ülkelerrine ve Orta Doğu'ya gelen ajancasus Misyoner Müsteşriklerle birlikte çalışarak Osmanlının temsil ettiği Ehl-i Sünnet itikat ve idaresine karşı silahlı isyan hareketini başlattı (1740). 1745'de Suûd ailesinin hâkimiyetindeki Dir'iye'ye gitti. Dir'iye emîri Muhammed b. Suûd'dan büyük destek aldı. Civardaki bütün kabileleri Osmanlı aleyhine ayaklandırdı. Suûdîler, İbn Abdülvehhâb'ın vefat ettiği 1792 yılına kadar geçen sürede Riyad, el-Harc ve Kasîm'de hâkimiyet kurdular, Necid'in bedevî kabilelerini itâat altına aldılar. 1795'te de Ahsâ'yı ele geçirdiler. 19. asrın ilk yıllarından itibaren Suûdî-Vehhâbî ittifakı, kuzeyde Irak ve Suriye, güneyde Uman ve batıda Hicaz topraklarına doğru yayılmaya başladı. 1801'de Kerbelâ'ya gerçekleştirilen baskının ardından 1803-1805 yılları arasında Tâif, Mekke ve Medine'yi ele geçirdiler. Bunun üzerine Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa emrindeki OsmanlıMısır kuvvetleri, 1811'de harekete geçerek, 1813 yılı itibariyle Mekke ve Medine'yi tekrar Osmanlı idaresine kattı. Türkî b. Abdullah 1824'te Riyad'ı geri alarak Suûd emirliğini yeniden tesis etti ve Vehhâbîler, Riyad'ı tekrar merkez edindi. Ancak Muhammed b. Reşîd'in Suûd ailesine karşı taarruza geçmesi sonucu, Suûdîler, 1891'de Riyad'dan ayrılıp Küveyt'e yerleşti. 1902'de Abdülazîz b. Abdurrahman es-Suûd'un Riyad'ı tekrar ele geçirmesiyle Vehhâbîlik, Necid'de yeniden hâkim duruma geçti. Osmanlı Devleti, bu fiilî durumu kabullendi ve Mayıs 1914'te Necid'e vilâyet statüsü verilerek Abdülazîz b. Abdurrahman, vali tayin edildi. 1. Dünya Savaşı (1914-1918) yıllarında güçlenmeye devam eden Suûdîler, Reşîdîler ve Şerif Hüseyin kuvvetlerine karşı verdikleri mücadelede başarılı olup 1920'lerde bütün Hicaz bölgesine hükmeder hâle geldiler. İbn Suûd'un özellikle Osmanlı ve Sünnî gruplara karşı başlattığı bu isyan hareketi 1930'lara kadar sürdü ve işgal ettiği topraklar, bugünkü Suudi Arabistan'ın yüzölçümüne ulaştı. Vehhâbilerin çeşitli zaman ve mekânlarda teşebbüs ettikleri isyan hareketlerinin hepsine İngiltere, daima arka çıktı ve destek verdi. Nihayet 1932'de Muhammed b. Suûd bağımsızlığını ilan ederek, Suûdi Arabistan Krallığı'nın kurulduğunu ilân etti, böylece Vehhâbîlik, bağımsız bir devlet tarafından temsil edilir hâle geldi. Vehhâbilik, radikal bir din anlayışını ifade ettiğinden, çok da eleştiriye uğradığından terör örgütlerinde olduğu gibi, halka olumlu imaj verebilmek için isim değişikliğine gidildi ve ismi, SelefiyyeSelefîlik yapıldı. Aslında SelefiyyeVehhâbîliktir. Vehhâbiliğin Kökenleri Vehhâbilik, Mu'tezile, Şi'a, Havâric gibi mecrasında, bölge insanları arasında oluşan bir fırkadinî bir görüş değildir. FETÖ'de olduğu gibi dışarıdaBatı'da hazırlanmış, yetiştirdikleri ajanlarına empoze edilmiş ve -Ehl-i Sünnet'e göre- yanlış radikal dinî bir yaklaşımdır. Vehhâbilik, Ehl-i Sünnet karşıtı bir projedir. Kökeninde ve eylem planında şunlar bulunmaktadır: 1. Genel çerçeve, Müsteşrikler tarafından çizilmiştir. Çerçevenin içini, İngilizler doldurmuş ve hayata geçirilmesini sağlamışlardır. 2. İbn Teymiyye'nin Dört Mezheb'e karşı görüşlerinden yararlanılmıştır. 3. Yetmiş iki bid'at ve dalâlet fırkasının âyet ve hadislere yanlış mana vermeleri örnek alınmıştır. İslam Anlayışları ve İlkeleri Vehhâbilerin İslam anlayışları ve ilkeleri, Cumhûr-ı İslam'ın Akâid esaslarına tamamen aykırıdır. Cumhûr-ı İslam, Akâidde Mâturidiyye ve Eş'ariyye, Fıkıhta Dört Mezhep -Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî- tarafından temsil edilmektedir. Ehl-i Sünnet'in Akâid esasları, kısaca Fıkh-ı Ekber, Akâd-i Nesefî ve Emâli gibi kitaplarda özetlenerek açıklanmıştır. Vehhâbilerin Ehl-i Sünnet'e karşı ileri sürdükleri dinî iddia ve ilkeler ile Ehl-i Sünnet âlimlerinin bunlara verdikleri cevaplar şöyledir: Yanlış 1: Tasavvufcular, şirk ve küfür üzeredir. Mürîd şeyhine tapınıyor. Şa'rânî'nin kitâbları, bu küfürlerle doludur. Hüseyin'in babasının ve çocuklarının ve Şâfi'î'nin, Ebû Hanîfe'nin ve Abdülkâdir-i Geylânî'nin mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar (Kitabu't-Tevhîd Şerhi, s.108). Peygamberlerden ve sâlih kullardan ölmüş veya uzakda olanlardan herhangi bir sözle yardım istiyenler, müşrik olur (s.98 ve 104). Allah'tan başka herhangi bir varlıktan yardım istemek şirktir (Süleyman Ateş). Melek, Peygamber veyâ Velî de olsa, ölüye yahut gâib olan diriye seslenen müşrik olur (Şevkânî, Tathîru'l-i'tikâd kitâbı). Doğrusu 1: Müslümanlar, Müslümanların kabirlerini putlaştırmazlar, orada dua ederler ve niyazda bulunurlar. Her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâ'dır. Peygamberin, meleğin ve evliya kulun hürmetine diyerek bir şey istemek, asla şirk değildir. Aklî deliller: MürşidŞeyh, bir öğretmendir. Mürid de öğrencidir. Ehl-i Sünnet itikadına göre tarikatta olan bir kişi, şeyhinin verdiği ders ile zikirle kalbini kötülüklerden temizler, nefsini düşman bilir, ibadetlerinde ihlasa ve huzura kavuşur. Burada şeyh, bir vesîlevasıtadır. Dünyada hayatımızı sürdürebilmek için çeşitli vasıtalar kullanmaktayız. Yeme içme, bir yere gitme gibi. Bir mürid, hiçbir zaman vasıta olan şeyhini put addetmez. Nasıl anne ve babanın diğer insanlardan ayrı bir yeri varsa, şeyhinin de diğer hocalardan ayrı bir yeri vardır. Burada hürmet ve saygı, tapmak değildir. Her millet, kendi bayrağına saygı gösterir. Burada anne babaya veya bayrağa gösterilen saygı, nasıl kötülenecek ve eleştiriye tâbi tutulacak Yangında veya bir kazada "imdat!" diye bağıran, Allah'a şirk mi koşmuş olacak Şer'î deliller: