Deprem tecrübemiz 6 Şubat ile sınırlı değil

İKİ yıl önce 6 Şubat sabahı hepimiz bir felaketin içine uyandık.

Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya, Gaziantep...Şehirler yerle bir oldu. Binlerce insanımızı kaybettik.

Ama...

Türkiye'nin deprem gerçeği sadece 6 Şubat'la sınırlı mı

Körfez depremi, İzmir depremi...

Biz bu acıyı ilk kez yaşamadık.

1999'da Körfez depremi; resmi rakamlara göre 17 bin insan hayatını kaybetti.

2011'de Van depremi; yüzlerce can gitti.

2020'de İzmir'de 117 insanımızı kaybettik.

Her felaketten sonra aynı şeyleri konuştuk:"Bu son olsun" dedik. "Artık önlem alalım" dedik.

Ve sonra...

Unuttuk.

EBSO Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar'ın bir önerisi var. "Afet Bakanlığı kurulmalı" diyor.

Haklı...

Çünkü Türkiye'nin afetlerle mücadelede bürokratik hızını artırması gerekiyor.

Çünkü deprem, sel, yangın gibi felaketlere tek merkezden hızlı müdahale edilmesi şart.

Ama...

Bir bakanlık kurmak da yetmez.

Soruyorum:

Haberin Devamı

Tokyo yapabiliyor da biz neden yapamıyoruz

San Francisco ayakta kalıyor da biz neden başaramıyoruz

Türkiye artık, "Deprem olursa ne yaparız" diye sormayı bırakmalı.

Çünkü soru bu değil.

Soru şu:

"Deprem olmadan önce ne yapacağız"

Ve eğer gerçekten bir şeyler yapmazsak...

Gelecek degeçmiş gibi olacak.

Sendikaların yeni bir

hikâyeye ihtiyacı var

SONgünlerde sendikalarla; iş dünyası, belediyeler yine karşı karşıya...

Kim haklı, kim haksız tartışmasına girmeyeceğim. Ama bir gerçek var kidünya değişirken sendikaların aynı kalması mümkün değil.

Eskisi gibi sadece, "maaş sendikacılığı" yapmak artık yetmiyor. Çalışanın ücretini artırmak elbette önemli ama mesele sadece bu değil. Sendikalar, geleceğin dünyasını da düşünmek zorunda.

Takip edenler bilir, Avrupa'daki sendikalar artık işvereni karşılarına alıp sadece, "Daha fazla ücret" diye bağırmıyor.

Ne yapıyorlar

Şirketlerin sürdürülebilirliği için işverenle "partner" gibi çalışıyorlar. Uzun vadeli stratejiler geliştiriyorlar. Çalışan haklarını savunurken şirketlerin ayakta kalmasını da gözetiyorlar.

Peki bizde

Haberin Devamı

Hala eski model; "Ya taleplerimizi kabul edersiniz ya da greve gideriz."

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve sendikalar arasında devam eden toplu iş sözleşmesi görüşmelerini okudum.

Şunu söyleyeyim:

Bir çalışanın daha iyi maaş almasını kim istemez Hepimiz isteriz. Ama talepler gerçekçi mi

Bir bakalım:

Yüzde 234 zam!

Aylık en düşük net ücret 113 bin TL!

Sadece bir belediye şirketinin yıllık maliyet artışı 30 milyar TL!

Bunlar bugünün ekonomik gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor

Ve isteklerin ayrıntılarına da girmek istemiyorum.

İşçiyi savunmak ayrı, matematik yapmak ayrı bir şey.

İyi şirketlerin, sağlam belediyelerin, güçlü kurumların ayakta kalması için sadece devletin değil, sendikaların da destek vermesi gerekiyor.

Haberin Devamı

Sadece, "Bugün ne kadar maaş alacağız" değil..."Bu şirket, bu kurum, bu belediye 10 yıl sonra nasıl ayakta kalacak" diye sormak gerekiyor.

Eğer sendikalar geleceğin pazarlığını yapmaya başlarsa, işte o zaman gerçek anlamda bir değişim başlayacak.

Mesele yaş sınırı değil

mesele linç kültürü

SOSYAL medya için yeni düzenlemeler geliyor. Çocukları dijital bağımlılıktan korumak, zararlı içeriklere karşı önlem almak filan...Bakanlık, 13 yaş altı ve 13-16 yaş grubu için farklı kademeler belirleyecekmiş.

Güzel. Destekleriz.

Ama bir dakika...

Mesele sadece çocukların ekran süresi mi