"Yargı siyasetin 'longa manus'u!"
TESBİT
Bilindiği gibi bütün darbe ve ara dönemlerde yargıya müdahale edilerek yargı yürütmenin güdümüne alındı. "28 Şubat postmodren darbe"sinde bürokratlar, üniversite rektörleri, öğretim üyeleri, yüksek yargı mensupları, iş adamları "STK"lar ve sendika temsilcilerinin yanısıra medya temsilcilerinin karargâha doluşturulup dakikalarca hukuksuzlukların alkışlatılması bunun bâriz göstergesiydi.
Ve "28 Şubat"tan hâlen karanlıktaki "15 Temmuz Hâdisesi" bahanesiyle dayatılan "20 Temmuz OHAL darbesi"yle "demokrasi endeksi"nde otokratik ülkelerdeki "hibrit-melez demokrasi"den Türkiye'nin "otoriter ülkeler" arasına düştüğü, "hukukun üstünlüğü"nde en gerilerde kaldığı fecaatte yargının Saray iktidarının uhdesine alındığı "tek adam rejimi"nde "siyasetin sopası" olarak kullanılması en üst düzeydeki ikrarlarla ortada.
Partili Cumhurbaşkanı defalarca "yargıya gerekli emri verdik", "yargıyı tâlimatlandırdık!", "yargıya söyledik gereğini yapacak!" ifadeleriyle yargıya müdahale itiraf edildi.
Anayasadaki açık hükümlere karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile "Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına saygı duymuyorum, bizi bağlamaz" çıkışlarıyla yerel mahkemelere "tanımayın, uymayın!" direktifini verdi; Anayasanın 153. Maddesi'yle "kararları kesin olan, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayan" AYM'nin kararlarının dinlenilmemesi" tâlimatıyla yargı "tâlimatlandırıldı."
Mesela yılladır hapiste tutulan Demirtaş için daha iddianamesi hazırlanmadan "Selo dışarı çıkamayacak!" diye yargı üzerinde tahakküm kuruldu.
Bu yüzden AKP'li Meclis eski başkanlarıyla Adalet bakanlarının "Adalet saraylarını yaptık, ama içini dolduramadık", "mahkemelerin bağımsızlığı ölmüştür" yakınmalarıyla, yüksek yargı temsilcilerinin "yargıya güvenin sıfırlandığı" hayıflanmalarıyla yine Anayasanın 138. Maddesi'ndeki "hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz" esası bütünüyle bir berhava edildi
En çarpığı da yine Anayasa'nın 140. Maddesi'nde, "Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifâ ederler" hükmüyle "hâkim teminatı"nın yok edilmesi. Tepeden tâlimatlar"la iktidardakilerin "tavsiye ve telkinler"le, "emir ve tâlimatları"la "adli sistem dışı tâlimat zinciri"yle antidemokratik ve hukuk dışı müdahalelerle yargının "iktidardakilerin aparatı" durumuna düşürülüp kelepçelenmesi.
Bu çarpıklıkla milletin irâdesiyle seçilen milletvekillerin dokunulmazlıkları apar topar kaldırılarak içeri atılırken, daha birkaç ay önce savcılıklardan "temiz raporu" alarak muhalefete mensup seçilmiş belediye başkanları re'sen görevden alınıp, yerlerine Belediye Meclislerinde de seçim yaptırılmayan yerlerine mülkî âmirler, tam bir partizanlıkla "partili memurlar" atanıyor.
Anayasa Mahkemesi'nin defalarca verdiği "hak ihlâli" kararına rağmen, milletin reyleriyle milletvekili seçilen Can Atalay'ın cezaevinden çıkarılıp Meclis'te yemin etmesine Anayasaya ve hukuka bütünüyle aykırı olarak müsaade edilmezken, kırk bin kişinin katlinden sorumlu olarak müebbet hapse mahkûm İmralı'daki terörist başının salıverilip Meclis'te konuşturulması öneriliyor.