Sesimiz artık gür

YILLARCA televizyonlarda habercilik yaptım. Haber merkezlerini yönettim. Siyasi tartışma programlarının yapımcılığını üstlendim. Nice diplomatımızı ve siyasetçimizi yayınlara aldım. Gördüğüm manzara hep aynıydı. Türkiye'yi temsil etsinler diye yurtdışına gönderilen diplomatlarımızın neredeyse tamamı döndüklerinde ve emekli olduklarında ekranlarda, konuk ettiğim programlarda hep ağız birliği ile aynı şeyi söylüyordu; "Aman Batı'yı üzmeyelim, aman Batı'yı karşımıza almayalım." Siyasetçilerimiz de aynıydı. Bir korkaklık ruhlarına sinmişti. Eziklikte sınır tanımıyorduk. Küçücük göçer obalarla bir imparatorluk kuranların, üç kıtaya hükmedenlerin torunları, topraklarını parçalara ayırıp ellerinden alanlardan korkuyordu. "Aman" kelimesi ağızlardan düşmüyordu. "Batı ne der" korkusu hücrelerine kadar işlenmişti. O yüzden Fransa ve Yunanistan'ın NATO'ya girişine gıkını çıkarmadan onay verdi geçmişteki siyasetçilerimiz. Tüm dış politikamız Batı'yı üzmeme üzerine kuruldu yıllarca. NATO'ya girişine koşulsuz destek verdiğimiz Yunanistan gibi bir cücük ülke Lavrion'da PKK kampları kurdu. Bomba eğitimleri verip katilleri ülkemize sürdü. Birçok Mehmetçiğin katili oldu. Bizim üzmemeye çalıştığımız BATI'nın tüm başkentlerinde PKK büroları açıldı. Binlerce PKK'lı yüz binlercesinden Batı sokaklarında haraç toplayıp, milyarlarca doları silah almak üzere terör örgütüne gönderdi. Küçücük çocuklar Batı kırsalında açılan kamplarda terör eğitiminden geçirilip Kandil'e gönderildi. "Aman üzülmesinler" dediğimiz Batı'nın istihbarat örgütleri bu terör faaliyetlerini hep rapor etti ama yönetenler bunları sümenaltı etti. Biz "Batı'yı karşımıza almayalım" diyen diplomatlar ve siyasetçiler ordusuyla korkup, ezik davrandıkça, Batı daha da azdı, terör örgütüne para ve elemanın yanında binlerce TIR ve uçakla silah da yağdırdı. Türkiye, son 100 yılda ilk defa içinde yaşadığımız şu günlerde bu eziklik elbisesini yırtıp atarak, Batı'nın alçaklarına ve katiller sürüsüne yaptığı yardımlara rest çekiyor. Batı şeytanlarının içinde kendi katillerini bile Türkiye düşmanlığı adına koruyup kollayan ülkeler türedi. Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık yakalandığında "İsveç'te Başbakan Olof Palme, Abdullah Öcalan'ın talimatı ile PKK suikast timi tarafından öldürüldü" diyor, tek tek isimleri sıralıyordu. Öcalan'ın İsveç'i Avrupa'da PKK başkenti yapma hayali vardı. Ancak PKK'yı terör örgütü olarak ilk tanıyan İsveç Başbakanı Olof Palme olunca kanlı örgütte şalter attı. Palme, korumasız dolaşırdı. Eşiyle sinemadan çıkarken sokak ortasında öldürüldü. Silahı Suriye'den kimin getirdiği, tetiği kimin çektiği, hatta hangi PKK'lının gözcülük yapıp Başbakanın sinemaya gittiğine kadar tüm isimler ortaya çıktı. Soruşturmayı başlatan savcı, "Tüm işaretler PKK'yı gösteriyor" deyip, terör örgütünün açtığı işyerlerine baskınlar yapmaya başlayınca bir el onu istifaya zorlayıp görevden el çektirdi. Soruşturmayı yöneten son kukla savcı ise "Katil görgü tanığı olarak ifadesini aldığımız İsveçli grafik tasarımcısı Stig Engström" dedi. Stig kısa boylu, cılız bir adamdı. İfadesi alınan 20 görgü tanığının tamamı "Tetiği çeken uzun boylu, iri yapılıydı" diyordu. Fark etmezdi. Savcı kararını verdi ve "Katil kısa Stig" dedi. Zaten görgü tanığıyken bir gazeteci tarafından suikastçı olmakla suçlanan Stig de intihar edip ölmüştü.