Gazze'nin kaderi Ankara'nın kaderi

Derin analizler yapacak değilim. Uluslararası ilişkiler uzmanı değilim. Bu toprakların türküsünü söylemeye çalışan bir adamım. Bu topraklarda yaşayan insanların ortak bir kaderi paylaştıklarına, mazlumların dayanışmasına inanırım.

Topraklarımızda kaynakların çok sağlam ve yerinde kullanılmadığını görüyorum. Başımı hafifçe soldan sağa doğru çevirdiğim vakit de bombalar görüyorum kendi topraklarımızda. İçim acıyor.

Bu toprakların çocukları alnı açık, başı dik yaşamalı.

Bombalar yağdırıyorlar üstümüze.

Halep'e, Gazze'ye, dünyanın en güzel tebessüm eden çocuklarının üzerine, İmam Şafi'nin memleketine bombalar yağıyor.

Halep'in, Gazze'nin kaderi Ankara'nın kaderinden ayrı değil.

Bugün Batı uygarlığının buradaki emellerini gerçekleştirebilecek dünya kadar yolu var. Bizi siyasi olarak köşeye sıkıştırabilir, borçlandırabilir, dolandırabilir... Nükleer bombaya en son sıra gelir. Nükleer bombaya sıra gelmişse sadece insan ölsün istemiyor, taşlar da ölsün diyor.

Medeniyetimize savaş açılmış.

Peki, haçlı seferleri bizi titretip kendimize getirebilir mi

Isfahan içinden bir nehir akıyor, ancak bu güzel nehir denize kavuşmuyor, çölün ortasında kayboluyor.

Biz de tarihin ortasında, Batı medeniyetinin ortasında, Batı'nın kıyılarında bir yerde kayboluyoruz, çölde kayboluyoruz. Önümüzdeki otuz kırk yıllık zaman içerisinde bu toprakların çocukları olarak çok önemli bir sorumluluğumuz var: Batı, ilkesiz ayak oyunlarıyla bizi sürekli tahrik ediyor, zihinlerimizi bulandırıyor, birbirimizle konuşturmuyor, iç savaşlara sürüklüyor. Silkinmeli, ön yargılarımızdan arınmalı, özgürlüğü, adaleti, kültürü, sanayii kendi aramızda yeniden tartışmalıyız. El ele verip kendi kurumlarımızı kurmalı, tarihimizi yeniden üretmeliyiz.