Ankara'da Ölüm

Yazının başlığını kıymetli akademisyen Durali Yılmaz'ın bir kitabının adından ödünç aldım.Uzayıp kısalan gölgelerin ardında kalan puslu simalar vardır. Ya bir yerden bir başka yere gitmek için yola çıkmış ama kaybolmuştur ya da kendinden kaçmak için yola düşmüş ve zamandan, gerçeklikten, hayatından bir nebze olsun kaçıp uzaklaşmak için kendini kaybetmek istercesine bilmediği ve daha önce hiç yürümediği yollara düşmüştür. Orada "insan" yoktur, olan da kaybolmuştur. İnsanın kayboluşunu görürüz orada.Ankara deyince aklıma bunlar geliyor. Bir de aklıma ve gözümün önüne bir film geliyor. Ünlü Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski tarafından çekilen yaklaşık ellişer dakikalık on film vardır. Her film birbirinden farklı öyküler anlatır ve bütün öyküler aynı mekanda geçer. İşte onlardan birinde, "Öldürme üzerine kısa bir film"de insanın kayboluşunun resmi geliyor gözümün önüne. Ünlü yönetmen orada, kendi içlerinde kaybolup giden karakterleri resmeder. Bir de o karakterlerin şahsında toplum içinde yalnızlaşan, sevgisiz kalan ve içinde tıkanıp kalmış bir şekilde dışa atılmaya çalışılan öfkeyle kıvranan fertlerin portresiniAslında anlatmak istediğim film değildi ama başladık bir kere, oradan devam edelim. Filmde oradan oraya taşınan bir şey var; o, ölümdür. Ölüm çeşitli biçimlerde yansıtılır; fiziki yok oluş, toplumsal çözülme ya da kültürel yozlaşma şeklinde modern insan günden güne eriyip gitmektedir ve hiçbir olaya canlı tepki verecek durumda değildir. Daha film başlar başlamaz asılmış bir kedi siluetiyle karşı karşıya geliriz mesela. Bir de filmin tamamına hakim olan tedirgin edici atmosfer var ve daha filmin başında kendini hemencecik hissettiriyor. Hayat sinmiş, insanlar sinmiş. Herkes bitkin, herkes bıkkın ve herkes kravatlı İnsanlar kırmızı ışıkta, kırmızı ışıklarda duruyorlar ve bekliyorlar sadece. Neyi beklediklerini de bilmiyorlarVelhasıl seyrettiğiniz şey, film olduğuna inanamayacağınız türden bir