Basın iyi de medya kötü!

Basın sektörüne adım attığım yıllarda (henüz 'medya' kelimesiyle pek haşır neşir olmadığımız 90'larda) gazeteler 'promosyon' yarışındaydı. Promosyon demek daha çok tiraj, tiraj ise reklam pastasından daha büyük pay dememekti. Çarşaf çarşaf promosyon reklamları yüzünden gazetelerin birinci sayfaları zücaciye vitrinine dönerdi. Neler verilmiyordu ki 30 kupona... Tabak-çanak, çarşaf, ansiklopedi, bisiklet, fırın, makyaj seti, çamaşır makinesi, akupunktur cihazı, stres bileziği... (Stres bileziği deyip geçmeyin 400-500 bin tirajı bir gazeteye 1 milyon yeni okurmüşteri getirmiştir.) Bazen ihtiyaç listesine göre bir eve üç dört gazete alındığı da olurdu. Pek çok genç kızın çeyiz sandığı, gazetelerin verdiği 12 kişilik yemek, çatal-bıçak takımları, nevresimler, çaydanlıklarla tamamlanmıştır. Bu çılgınlıkta kupon atlamak ise depresyon sebebiydi. Eksik kuponlar konu komşudan, eş dosttan sual edilir, noksanı tamamlamak için gazetelerin 'yedek kupon' vermesi beklenirdi. Bu promosyonlar sayesinde, (o günlerin moda tabiriyle) 'orta direk' vatandaş kimileyin ihtiyaçtan kimileyin kenarda 'bulunsun' mantığıyla, (okumak için olmasa bile) gazete alma alışkanlığı kazandı. Türkiye'de promosyon hadisesi ilk olarak 1870 yılında "Hadika" (Bahçe) adlı bir gazete tarafından abone olmak şartıyla her okuyucuya, meyve fidanı ve çiçek tohumu verilmesiyle başlamış. Doğrusu çevreci bir tutummuş... En edebi promosyon ise 1929 tarihli Vakit gazetesinden... O günlerde Reşat Nuri Güntekin'in "Yaprak Dökümü" romanını yayınlamaya başlayan gazete, neşredilen metinlerde bilinçli olarak hatalar yapmış ve bu hataları bulanlara "Çalıkuşu" romanını hediye olarak vermiş. Neticede, promosyon rüzgarıyla da olsa, günlük gazetelerin toplam tirajı 1990'larda 5 milyona ulaşmıştı. Aynı yıllarda rekabet öylesine etik dışı bir hal aldı ki gazeteler birbirlerine ağır hakaretlere yöneldiler.