Bu yüzyılın hikayesi

Anna Investing filmindeki Anna Sorokin'in savunmasını yapan avukat söze Frank Sinatra imajı için oluşturulan sahneleri anlatarak başlar. Fazla da bir özelliği olmayan Sinatra'nın hikayesi yazılırken onu görünce bayılan kadınlar dahil her şey cast ile yapılır. Sinatra imajının merkezinde ondan etkilenen kadınlar vardır. O da başta yalandır, sonra bu yalandan gerçek sahneler türer. Konu hiçbirimize yabancı değildir. 20. yüzyılda sistemleştirilen medya- halkla ilişkiler çalışmalarının temeli olan bu ve benzeri örnekler ABD başkanları dahil her yerde karşımıza çıkıyor. Bu hat o kadar belirsiz ki kurgu nerede bitiyor gerçek nerede başlıyor bulmak çok zor. Yalan ile gerçek artık degrade şekilde birleşti. Hatta devletler bile -mış- gibi yapmıyor mu "Başkanın Adamları" filmi de bunun bir örneğidir. Belki Rusya-Ukrayna krizi bile bir simülakrdır.Medya dünyasında buna "cast" diyoruz. Yapımcılar için en sıradan konudur; ağlayan cast, gülen cast bulmak Bu cast bazen seyirci olur, bazen vaka, bazen bir telefon, bazen Frank Sinatra örneğinde olduğu gibi onu görünce bayılan birisi. Gerçek değil "cast" canım işte deyip geçsek de oluşturulan o sahne etkilidir. Bunun sahte olduğuna dair bilgi kitleleri etkilemez Öyle ki Baudrillard bundan yola çıkarak 21. yüzyıla "simulasyon çağı" diyor. "Gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon denilmektedir Bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır." Simülasyonlarda gerçekler 'gerçek'ten daha gerçekmiş gibi görünürler. Simülasyon kopya değildir. Kopyanın göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği olmasına karşın, simülasyonun göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği yoktur.Siyasal popülizm simülakrlar kullanılarak, simüle edilir, yani '-miş gibi gösterilir' her şey. Böyle bir durumda o şey özünde yoktur artık. Simülakrlarda yapılan her küçük değişiklik muhataplar fark etmeden hakikatı da tahrifle sonuçlanır. Buna karşı duyarlı olunmadığı zaman, ortaya taklidlerle ve simülakrlarla yaşayan bir toplum çıkar. Yani '-miş gibi yaşayan' bir toplum"Bu parantezden sonra tekrar filme dönecek olursak; filmde -mış- gibi yapanın sadece Anna ile sınırlı olmadığını görüyoruz. Gerçeğin itibarı yok. -Mış- gibi yapanın ise itibarı çok. Hepimizin gözlemlediği bu durumu Anna'nın avukatı şu cümlelerle daha da derinleştiriyor "Her birimiz bir markaya bir inanca dünyaya yayın yapan bir medyaya dönüştük Hepimiz dünyaya sunulan bir imaja yani yalana dönüştük Herkes başarılı olana kadar -mış- gibi yapmıyor mu..." İtibar görünümle elde ediliyorsa Anna'da bunu yapmıştı. Film boyunca hiç bir zaman "vay be dolandırıcı bu kız" demiyorsunuzFilmde