29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile Atatürk'ü kaybettiğimiz 10 Kasım günü arasında Atatürk'ün sevdiği lezzetleri ve özenli sofralarını anmak kadar o sofralarda verilen mesajlara da bakmak önemli.
Atatürk'ün günlük hayatında sade lezzetlerden hoşlandığı, hatta sevdiği lezzetleri tekrar tekrar sofrasında istediği biliniyor. İpek Çalışlar'ın "Latife" kitabında Latife Hanım ile kız kardeşi Vecihe Hanım'ın sık sık mutfağa girip Atatürk'ün sevdiği domates soslu makarna ve gene suluca bırakılmış az pişmiş omlet yaptıkları, bu yemekleri kimselere bırakmayıp bizzat mutfağa girdikleri anlatılır. Latife Hanım ile birlikte İzmir'deki köşkten gelen aşçı Mahmut Usta, "Paşa seviyor" diye her gün onun sevdiği gibi biraz ıslak kıvamlı bir irmik helvası yaparmış. Ayrıca arada çay yanına atıştırmalık nemse böreği, piroşki gibi lezzetler de sık sık hazır bulundurulurmuş. Elbette bunlar gündelik hayattaki lezzetler. Davet ve protokol yemekleri ise bambaşka.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıBir köşede kara tahta ile tebeşir
Atatürk'ün Çankaya Köşkü sofraları çok anlatılır. Ancak anlatılanlar daha çok o sofralardaki sohbetlerdir. Atatürk'ün Ankara'da Çankaya bağlar mevkisinde Kasapoğlu Köşkü diye bilenen bağ evine yerleşmesi yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Sonradan Çankaya Köşkü olarak anılacak bağ evi, konukları ağırlayacak şekilde Mimar Vedat Tek tarafından elden geçirilmiş, böylece Atatürk'ün meşhur Çankaya sofraları kurulmaya başlanmıştı. Ancak bu sofralar, yeme içmeden daha çok, önemli konuların konuşulduğu sohbet sofralarıydı. Çankaya sofrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kararlarının alındığı, demokratik tartışmaların yapıldığı âdeta bir çalışma masası niteliğindeydi. Bu yüzden bir köşede Atatürk'ün meşhur kara tahtası önünde beyaz tebeşir ve keçe silgi hazır tutulurdu. Hatta özenle kurulmuş sofrada her servisin yanında ucu sivriltilmiş kurşun kalemler ve not almak için not defteri konulduğu anlatılır. Atatürk'ün bu çalışma ortamını yaratarak sofrada herkesin rahatça görüşlerini ortaya koymasına imkân tanıması, demokrasiye olan inancını ortaya koyan bir mesajdı.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıAnkara Palas'ta gastro diplomasi
Yeni başkent Ankara hızlı bir değişimden geçiyordu. Aslında dağılan Osmanlı Devleti'nin ihtişamlı başkenti İstanbul'un yerine Anadolu'nun tozlu çamurlu kasabası Ankara'nın başkent seçilmesi bambaşka bir mesaj içeriyordu. Bu seçim bütün dünyaya, "Biz küllerimizden yeniden doğarız, sıfırdan yeni bir ülke, bir başkent yaratırız, devlet sofrasını da yeniden kurarız" mesajı veriyordu. Elbette yepyeni bir kent kurulması kolay değildi. Geniş çaplı resmî davetlerin verileceği, kente gelen konukların ağırlanacağı büyük bir otel inşası kaçınılmaz bir ihtiyaç hâline gelmişti. Bu amaçla 1924 yılında ilk Meclis binasının tam karşısında Ankara Palas'ın temeli atıldı. İnşaat sürecinde pek çok zorluk yaşansa da en nihayetinde 17 Nisan 1928'de başkentin sosyal hayatını canlandıracak olan Ankara Palas açıldı. Artık Ankara o zamanların ifadesiyle muasır medeniyet seviyesinde başkente yakışan bir mekâna kavuşuyordu. Bundan böyle yabancı devlet konuklarının ağırlanacağı protokol yemekleri burada verilecekti.
strong class'read-more-detail'Haberin DevamıMenüde dengeler gözetilmiş
1934 yılında Ankara'yı ziyaret eden İsveç Prensi Gustav Adolf onuruna Ankara Palas'ta verilen yemek, Atatürk'ün incelikli sofra mesajlarına başka bir örnek ve tam bir gastro-diplomasi örneği olarak dikkatleri çeker. Devlet protokolüne uygun bir menü düzenlenmiş, misafirlerin zevkleri gözetilerek alafranga yemeklere ağırlık verilmiş, asil konuğu taltif edecek şekilde yemeklere Kral usulü bıldırcın, Prens Gustaf Adolf'e özel levrek gibi isimler konulmuş. Ev sahibi olarak yemeğe Çankaya kreması çorbasıyla başlanmış, dondurma olarak Stockholm usulü parfe sunulmuş. Ev sahibi ve konuk olarak iki devlet arasındaki denge hassasiyetle gözetilmiş. Menüde bütün yemeklerin yanı sıra yemeğe eşlik eden klasik müzik de yazılmış, genç Türk kompozitör Adnan Saygun'un bir eseri seslendirilmiş.

104