Esaslı bir muhasebe vakti

Bir insanı kıymetli yapan, derdidir, davasıdır. Asıl mesele, bir davaya sahip olmak değil, bir davaya ait olmaktır. Şartların değil, hakikatin insanı olmaktır. Siyasetin değil, hakkaniyetin peşinde olmaktır.

Hayır, kelime oyunu yapmıyorum. Biri misafir, diğeri ev sahibi gibi davranır. Evimizde kiracı olabiliriz ama bu aziz vatanın sahipleriyiz.

Hayır, herhangi bir partiyi kastetmiyorum. Bizim için dava, İslâm kalmaktır, insan kalmaktır. Bu söylediklerim, sadece bir partinin üyelerini yöneticilerini değil, bir derdi ve bir davası olan bütün herkesi içine alıyor.

Türkiye, müşterek derdimiz ve ortak davamızdır. Hepimizin önündedir, her şeyden önemlidir.

O halde, hepimizi içine alarak, şunu soralım:Geldiğimiz yer, gelmek istediğimiz yer midir

Şunları da: Kurdukları ilişkilerle ilerleyenlerin, yaptıkları işlerle yürüyenlerin önüne geçtiği; kendini kurtaranın, bir adım öne çıkanın dönüp geriye bakmadığı; arkadaşlığın menfaate, davanın kazanç kapısına, geride kalmanın başkalarına indirgendiği günler. Erişmek istediğimiz yer burası mıydı

Mesuliyet, mensubiyet ve mahcubiyet duygusu olan herkesin, bu soruları kendisine sorması gerekir.

İtiraf edelim ki, gelinen yer, gelmek istediğimiz yere pek benzemedi. İmkânla, çoklukla ve varlıkla imtihan, ağır kayıplarla neticelendi.

İnsanın istikametini, öncelikleri tayin eder. Kim nereye gidiyor, buradan anlaşılır. Geldiği yeri unutanlar, nereye gittiklerini bilmezler. Yanlış adreslerde vakit geçirirler.

Adına dava dediğimiz şey fakir fukaranın sırtında taşınıyor, omuzları üzerinde yükseliyor. "Dava delisi" diye bilinen insanların ve dava için gecesini gündüzüne katanların, neredeyse hepsi fakir kimseler. Çoluk çocuklarının boğazlarından, zorunlu harcamalarından keserek davalarına veriyorlar. Buna karşılık: Aramızda, davaya "özel eşya" muamelesi yapanlar, davayı bir sektöre dönüştürenler var.

Son günlerde daha sık görüyoruz: Bulunduğu ortama göre renk alanlar, dava denildiğinde, alaysı bir ifade takınıyor. Sizin dava gözüyle baktığınız şey, onlar için imkân, sıçrama tahtası yahut reklâm ajansından başka bir anlama gelmiyor.

Daha somut bir örnek verelim: Her seçim döneminde, bu kadar çok aday adayının ortaya çıkması, sadece dava kavramıyla açıklanabilir mi 'Ben' diyemedikleri için, 'dava' diyorlar.

Davaya hizmet etmekten bahsedenler, bulundukları mevkide bu işi yapamazlar mı Nefsine hâkim olamayanların, kendi ikballeri, imkânları, ihtirasları için verdiği hâkimiyet mücadelesine dava diyemeyiz.

Dava ehlini mermilerin ve tankların üzerine yürürken görürsünüz. Maddi kazanç peşinde olanları ise dava bahanesiyle, ihaleden ihaleye koşarken. Hal böyleyken; koşan, yürüyenden kıymetlidir, önceliklidir diyebilir miyiz

Yunus Emre, "derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur" diye uyarıyor. Özünü kaybeden sözünü de kaybeder. Söylediklerimiz ile yaptıklarımız birbirini tutmaz olur. Çelişkinin kendisine dönüşür. Düzgün bir hayatımız olursa, özümüzü muhafaza edebilirsek davamızı daha iyi savunabiliriz.