Ayasofya neyimiz olur

Camiler, bizim için birer tapu senedidir, nişandır. Vatan toprağının kaymasına karşı dikilmiş ağaçtır. Müslüman Türk varlığını daha sağlam hale getirmek için çakılmış çividir.

Bundan dolayı, şunu mutlaka söylememiz gerekiyor: Camiler, dolsun diye değil, olsun diye yapılmış veya yaptırılmıştır. Camiler sayesinde, İstanbul bizim olmuştur. Öyle ki, Mütareke'de, düşman İstanbul'a gelmiş ama bu şehirde tutunamamıştır.

İstanbul'un en kıymetli camisi, bana kalırsa, Ayasofya'dır. Atalarımızdan bir hatıradır, ecdat yadigârıdır. Tarihi bir yapı olmasının yanı sıra, haçtan kurtarılmıştır.

Ayasofya, kutlu bir müjdenin adıdır. Turizmin değil, fethin sembolüdür. Fatih'in emanetidir. Hiç tartışmasız Müslümanların hakkıdır.

Bu söylediklerim, bazılarına ağır gelebilir. Gelmesin.

Çanakkale'den iki yıl önce gerçekleştirilen Çatalca Muharebesi esnasında, Bulgar ordusunun motivasyonlarından biri de şuydu: "Ayasofya'ya haç dikeceğiz!"

Devam edelim.

Küçük Ayasofya'ya defalarca gitmişliğim vardır. Fakat Ayasofya'ya hiç girmedim. Ta ki, yeniden, cami olarak ibadete açılına kadar

Müze olduğu dönemde, Ayasofya'nın arka tarafında, namaz için küçük bir yer ayırmışlardı. Ancak teselliye yani küçük bir bölüme değil, hepsine taliptim. Keşke gitseymişim, keşke gitseymişiz.

Ne söylediğimin daha iyi anlaşılması için bir örnek vereyim.

2006 yılında, Papa'nın Türkiye ziyareti öncesinde, bir grup Alperen, Ayasofya'ya uğramış ve orada toplu namaz kılmıştı. Bazı yabancı gazeteler, bunu, "Türkler Ayasofya'yı işgal etti" başlığıyla okuyucularına duyurmuşlardı. Bunu söyleyenler, "Zulüm 1453'te başladı" diyenlerin yol arkadaşlarıdır. Aslında, "Türkler İstanbul'u işgal etti" veya "Türkler, Anadolu'yu işgal etti" diyebilmek istiyorlar. Ve ona göre, ellerinden geleni yapıyorlar.

Her şeye rağmen

Ayasofya Camii'ne, Mütareke yıllarında, işgal kuvvetleri bile dokunamamıştır. Onu kiliseye veya müzeye dönüştürme cesareti gösterememişlerdir. Bu ancak, İkinci Cihan Harbi öncesinde, içeriden yapılabilmiştir. 24 Kasım 1934'te, şu veya bu nedenden dolayı, müze kararı alındı.

Ayasofya, seksen altı yıl boyunca, çiğnenmiş bir vasiyet gibi hüzünlüydü. Bu hüzün, 2020 yılında sona erdi. Ata yadigârı, millete kazandırıldı.

Tam burada, İspanyol edebiyatçı ve siyasetçi Vicente Blasco Ibanez'e kulak verelim.

Ibanez, 1907 yılında İstanbul'a geliyor. Buradaki izlenimlerini, Fırtınadan Önce Şark ismiyle kitaplaştırıyor. Kitapta, Ayasofya Camii ile ilgili şu bölüm dikkat çekicidir: "Ayasofya'ya girebilmek için ne kadar uğraştım ama! Oysa bundan birkaç ay öncesine değin İstanbul'u ziyaret eden tüm yabancılar ellerini kollarını sallayarak girebiliyormuş.

Ayasofya da bütün diğer camiler gibi herkese açıkmış. Ama Yemen'den gelmiş şeyhlerden oluşan bir heyet, kum çöllerindeki hayata alışkın, uluslararası ilişkilerden anlamayan, kâfirleri küçümseyen yobaz Araplar, İstanbul'a padişahı ziyarete gelmiş ve camilerin en ünlüsü olan Ayasofya'ya girdiklerinde, Hıristiyanların ne denli saygısız davrandıklarını görüp öfkelenmiş.

Artık Ayasofya'ya pek az yabancı girebilecek. Padişah, Yemen'in isyancı şeyhlerini memnun etmek için kâfirlerin girmesini yasaklamış. Ünü dünyayı tutmuş bu camiyi ziyaret edebilmek için, on beş gün çalmadık kapı bırakmadım, diplomatik denecek girişimlerde bulundum. Ayasofya'yı görmeden İstanbul'dan gidemezdim ya!" (Sayfa 89)