Kayıplar çağı - Ân diyarı (21)

Kayıplar çağında mıyız Bilgin Abi

Aklını, ruhunu, kalbini, merhametini, aşkını, muhabbetini, bakışını, duyuşunu, düşüncesini, duygusunu, gayretini, HAYRETİNİ, âcizliğinin gücünü, fakirliğinin zenginliğini, gökyüzüne bakmanın rahatlığını, denizlerin içe işleyen serinliğini, kelimelerin sonsuzluğa uzayıp giden gücünü, niyetin diyetini, insanlığın siretini ve sûretini kaybettiği bir çağda mıyız

Ah, Selim Ali saymakla bitiremeyeceğin kayıplar var.

Sanmalar, aldanmalar, yanıp yakılmalar bildiğinin, duyduğunun da ötesi...

Bir kere faniliği ebedî sanmak; sonsuz aldanmaların başı değil mi

Bütün bir dükkânı vitrinden ibaret sanmak...

Sonsuz aşka ayarlı kalbi fani aşklara kurban etmek... dayanılır acılardan mıdır!

Ebedî olmayanın adı "aşk" olmakla aşk olduğunu sanıyorsan aşk olsun!

Selim Ali'yi sanki bir acı rüzgâr yalazlayıp geçti.

Koca dağ gibi bembeyaz bulut yığını dağıla dağıla gökyüzünü boşaltıyordu.

Hattâ bugün doksanı aşmış kulağı dünyaya epeyce kapanmış babasıyla konuşurken Karacaoğlan'ın bir beytini hatırladı:

"Üç derdim var birbirinden seçilmez:

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm..."

Bu dertlerin aynı zamanda sonsuza ayna olduğunu Bilgin Abi'den bir gün uzun uzun dinleseydi. Veya zaman zaman Kanlıca'daki o sobalı eve gitseler de bir yandan ateşin o kış dostluğunda koyu sohbet başlasa; ayrılığın bu dünyaya yakıştığı, yoksulluğun sonsuz zenginliğe ayna olduğu, ölümün ölümsüzlüğe göz kırptığı çaylar gelip giderken konuşulsa...

Kitaplar açılsa ha açılsa da ruhlar dinginliğin cennetine yol alsa...

Gördüğümüzü sanıp görmüyoruz demek!

Duyduğumuzu sanıp duymuyoruz. Bildiğimiz de yanıldıklarımızın kefareti bile olamıyordu.