Kaçak aranıyor!

Ân diyarı (2)

İnsan en çok kendinden mi kaçar, saklanır, siner Evet, evet; yine de -bu kaç göç oyununda- kendine yakalanır.

Yalnız kaldığında, mapushanede, sevdiği ile göz göze geldiğinde, bir dağ başında, çocukluğuna uğradığı o eski evde, paraya pula boğulduğunda, paradan puldan olduğunda, otellerin isli ya da yaldızlı odalarında, yıllar sonra mahalle arkadaşıyla karşılaştığında, bayramlarda olsun mezar ziyaretlerinde, hastalanıp kaldığında, bazen de en neşeli ânınında kendine yakalanır insan.

Yaka paça hem de... Sağa sola bakınamazsınız da... Siz sizlesiniz... Bu sizsiniz işte, siz... İsimsiz, şöhretsiz bu izbe siz...

Hem bütün bu yaşadıkların yapışmış sana; nasıl soyacaksın kendini kendinden

İnsanın öteki adı "Kaçak..." tır belki de!

İyi kaçar, hızlı kaçar, çok kaçar kendinden insan. Kaçtığını sandığını kendisi de bilir de... "tegafül" diye bir şey var sözlüklerde... Bile bile bir oyun bu! Bilir de bilmez gibi...

İnsan durup dururken kaçmaz ki... Her kaçışı bir çıkış sanır. Bile isteye çıkmaz yola girmeler var ya... Bir ümit diye... Her kendini terk ediş de bir ümit ona bakarsan. Hem kurbanlık koyun nereye kadar kaçabilir ki!

Gel de hatırla şimdi Ahmet Muhip Dıranas'ın "unutuş" anlamına gelen "Olvido" şiirini. Kaçtıklarına bir bir yakalanıp bir taşa çöküp peynir ekmek yediğini...

Olvido... unutuşun, kaçışın, geçmişte ve hatta gelecekte bile kayboluşun da bir adıydı.

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Gün saltanatıyla gitti mi bir defa...

Yalnızlığımızla doldurup her yeri...

Bir renk çığlığı içinde bahçemizden...

Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan...

Lavanta çiçeği kokan kederleri;

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar...

Unutuşun o tunç kapısını zorlar.

Ve ruh, atılan oklarla delik deşik...

İşte, doğduğun eski evdesin birden!