Allah Yâr - Ân diyarı (46)

Bu topraklar niye bu kadar acılı, sancılı, yaralı ve beş paralı Bilgin Abi

Gerçi annem de bana öyle derdi; oynarken ya da bisikletten düşüp yaralanıp geldiğimde: "Yaralı, beş paralı..."

Yani ne yaran bitiyor ne parasızlığın...

Bilgin Abi'nin böyle durumlarda gözlerinin doluktuğuna çok şahit olmuşumdur.

Uzun uzun konuştuğumuz günlerden de çok not almışımdır. Ama bunları toplayıp ayırmak sıyırmak gerekiyor. Çok, zahmetli, bir o kadar da zevkli bir iş de... niye hep bekler durur köşelerde! Onun da sebepleri ayrı bir mevzu...

Sadece tembellik değil; marifet-iltifat arasındaki o "uzun" mesafe mi! Ve daha başka şeyler şeyler mi Bir şeyler işte!

Aslında bugün Bilgin Abi ile normal bir insan, memleket nasıl olur; onu konuşacaktık.

Üzüntülerimiz niye denize atılan bir taş gibi daire daire genişliyor ve sonunda kayboluyor. Ama o taşı atmak için sahile dizilmiş yaramaz ve bir kısmı da arsız çocuklar gibi bitmiyor işte!

Ama o denizin ve deniz gibi hemen başucumdaki gökyüzünün sonsuzluğa ayna, misal oluşu beni öyle teselliye gark ediyor ki... sorma işte!

İşte'ler böyle ve böyle uzayıp gidiyor (işte!)

Ben işte'lenmeye başlarsam biter mi "işte!"

Bu işteler diyarının kanayan yaraları -ona bakılırsa- hepimizin yarası...

Bunlar da bize cehaletimizin, havaleciliğimizin, işin ucundan tut(ma)manın, çocuğumuzu okula, camiye, kursa, işe bıraktığımızda işin peşini bıraktığımızın ve birincisi de istibdatın önümüze koydukları...

O diyarın yaralıları az da değil ha, Selim Ali!

Kim bunlar, diyorsun değil mi

Elli sekizinde dünyayı terk etmiş Cem Karaca; bende bir acı gibi durur öyle.

Onun "Allah Yâr" bestesini kaç dinledim, radyo programlarımda kaç dinlettim, kaçında kendimi tutamadım; bilmiyorum.