Alışmak benzemektir

Ân diyarı (3)

Romanın kolay olduğunu sanırdım. Zormuş. Yazmanın yani... Okuması kolay mı kolay...

Romanın kahramanını sıkı sıkıya takip edeceksiniz. Olayların akış zincirini koparmadan...

(Yoo, kopabilir de... Hayat kopmadan akıyor değil ki...)

Yo, yoo; hayat gel gitli olunca kopuyor sanıyoruz belki! Coğrafyada med cezir diye öğrendiğimizin üstümüzdeki, ruhumuzdaki hâli....

Med cezir...

Suların çekilmesi... Küsmesi... Naza çekmesi kendisini... Sonra bir aşk gibi yine coşması... Barışması...

Kalbin atması hep med cezir değil mi... Göğsümüzün inip kalkması; çok zaman farkında olmasak da...

Hayat denizinin gecesi med, gündüzü cezir olsun. Yeter ki insan hazır olsun gellere gitlere...

Vuslata ve hasrete...

Geceye ve gündüze...

Varlığa ve yokluğa...

Uzaklığa ve yakınlığa...

Misafire ve misafirliğe...

Denizlere ve çöllere...

Her nefes bir mi

Birbirine benziyor olsa da bir nefes bir nefese, bir yaprak bir yaprağa benzemez ki hiç.

Annem örgü örerken ip biterdi. Bir parça biten ipten alır çarşıya düşerdi. İpleri yan yana koyarlardı ki tutuyor mu tutmuyor mu diye...

Tutmak yani benzemek; okşamak da derlerdi... Bu bunu okşuyor mu yani hafifçe de olsa değiyor, uyuşuyor mu

Alışmak benzemektir belki!

Alıştıklarımız arızalanınca, ayrılınca, ölünce bir kavga kıyamet kopuyorsa, çığlıklarımızın yeri göğü tuttuğu bundan mıdır

Zahmetten rahmete...

Emekten yemeğe...

Zindanlardan hürriyete... bu dalga dalga taşınışlar, yeniden yeniye tanışışlar, alışışlar bir hayatı örer de örer.

Ya yama olarak, ya görünmez olarak ya da akışın ritmiğinde öyle dahilsiniz ki...

Dalgayı denizden ayıramadığınız gibi...

Ayın gökyüzü ile arkadaşlığı gibi...

Güneşin her yerdeliği gibi...

Çocukken yıldızları bi' karton plakaya teker teker, nokta nokta yapıştırdığımız gibi...