Haksızlık karşısında susan dilsizler kim

İnsan olarak doğuştan gelen haklarımız var.Bunlar, bütün hak ve hürriyetleri ihtiva eden "düşünce, inanç, din" hürriyetleridir. Ancak, "Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder." (Münâzarât, s. 74) Haklarını bilmek yetmez, aramak, sahip çıkmak gerekir! En küçük "sözlü, yazılı ve fiilî" şiddete başvurmadan anlatmak, tebliğ etmek hakkımız hem mükellefiyetimiz. Sadece kendi hakkımızı değil, herkesin hakkını da aramakla mükellefiz. İşte bu âyetlerden birisinin meali: "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Maide Sûresi, 8) Başta kendimiz olmak üzere herkes için âdil bir gelir dağılımı istemek, hakkımız ve vazifemiz. "Ne yapalım, yürüyüş ve protesto yolları" kapalı ise, açma cesaretini göstermekle mükellefiz. Hepimiz ve herkes için şu gerçeği ortaya koymak durumundayız: "Bir kötülüğü gördüğünüzde elinizle, elinizle düzeltemezseniz dilinizle, dilinizle de düzeltemezseniz kalbinizle buğz edin. Bu da imanın en zayıf derecesidir." (Müslim, İman, 78) direktifini veren hak ve hürriyetler banisi Peygamberimiz (asm). Kim olursa olsun, şu ölçüye göre hareket etmek zorundayız: "Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber