Duyduklarıyla hareket eden ilim adamı olabilir mi

Kur'ân ve Hadiste "ilim, bilim adamı, âlim" övülürken, şu temel özellikleri nazara verilir:"İlim, amel ve ihlâs. Yani, sorumluluklarını bilerek hak ve hakikatin peşinden gitmek. Branşında gerçek bir eğitim almak. Derin ve titiz araştırmalardan sonra daima aklî, mantıkî, ilmî delillere dayanarak konuşmak, yazmak. Fitne oluşturacak her türlü söz ve davranışlardan da uzak durmak. İlmin zekâtını vermek, fert ve topluma iyi ve hayrı öğretmek. Tarihçi olarak tarafsız olmak. İncelemelerinde yer ve zaman kavramlarını kullanmak. Edindiği bilgileri kesin belgelerle desteklemek. Kişi ve hadiselerin öncesi, sonrasını ve o günün şartlarını da nazara alıp doğru yorumlamak. Gerçekleri çarpıtmayıp olduğu gibi aktarmak. Yorumlarında nesnel, objektif olmak. Konjonktüre göre hareket etmemek; gerçekleri söylemekten korkmamak." Ne var ki, kimi ideoloji zebunu ve çıkarcı akademisyen ve tarihçiler bunlara zıt hareket ediyor. Meselâ, bazı sözüm ona tarihçi, ilim adamı, geçmiş dönemin müceddidleri ve Bediüzzaman hakkında da şu saçma-sapan fikirleri seslendirebilmiştir: "Üniversite açmak için II. Abdülhamid'ten altın almış. Ömrünün sonuna kadar bunlarla geçinmiş. Sonra Padişahın çocuk ve torunlarından helâllik dilemiş, diye duyduk!.." Belge yok, bilgi yok. Tarihçe-i Hayatı isimli eseri okunmamış. Fiilen de yaşadığı İktisat Lem'ası'nı da... Ona hizmet eden ve bizzat hayatını inceleyen, gözlemleyen yüzlerce şahidin beyanlarını, yazdıklarını da dikkate almadan, "Duyduk ki böyle yapmış!" diyen ilim adamı değil, amiyane tabirle kötü, çok kötü rol yapan bir filim adamı olabilir! Bilgi, bulgu ve belgeye dayanmayan iddialar, "su-i zan, gıybet, yalan ve iftira" gibi dehşetli haller değil mi Bediüzzaman'ın