'O kitabı yazanın ben!'

Bu aylar köyler düşer insanın aklına; yağmurunda ıslanmak, toprağında çalışmak Yosun tutmuş tahta pencerelerden dağları, ormanları, koyun otlatan çobanları seyretmekBuğulanan camları silerken, anacığından "batırdın canım bezimi", babacığından 'kestir o saçı, sakalı demedim mi sana!' cümlelerini duyar gibi olmak. Bu aylar arılar bal yapmak için en güzel çiçekleri arar, aldıklarını kovanlara taşırken çıkardıkları vızıltılar keman ve kemençe sesi gibi kulakları okşar!Dev ciğerli rüzgâr okyanusa dalıyormuşçasına nefesini tutar!Doğa yeşil elbiselerini giymeye başlarÇiçekler rengârenktir, kokuları ömre bedeldirAğaçlar yapraklarıyla haber verir baharın geldiğiniBu aylar toprak her zamankinden fazla ilgi ister.Ellenmek isteyen toprağın altını üstüne getirir; elleri nasır tutmuş analar, avucu kınalı bacılar, al yazmalı teyzeler, sevdiği takımın formasını sırtına geçiren delikanlılarTohumla doyurulan kara toprağa kalın bir fasulye çubuğu dikilince, çubuklarla 'T' şekli verilen korkuluğa eski bir ceket, yırtıp bir mintan giydirilince, tepeye de kasket geçirilince işlem tamamdır, gerisini kara kargalar düşünsün!Ağustos böceğinin karıncanın kapısını tıklayıp, "Paris'e gideceğim, La Fontaine'ye de uğrayacağım, bir isteğin var mıdır, bir şeyler söylemek ister misin" sorusuna, karıncanın "O kitabı yazan La Fontaine söyle, ben onun" diye cevap vereceği günlere birkaç hafta daha varKarınca, kendisinin ve de La Fontaine'nin ağustos böceklerine yıllardır haksızlık yaptığını, günahını aldığını, ağustos ayından sonra hayatta kalmadıklarını nerden bilebilir!ZiraAğustos böceği yeryüzüne çıktıktan sonra 4 haftalık ömre sahipmiş. 4 haftayı eş arayarak geçiren ağustos böceği eşleştikten sonra ölürmüş, kışın yaşamayacağı için de yiyecek biriktirme endişesi olmazmışBu aralar duyumcular sözünü ettiği