Filistin'e mi çözüm aranıyor İsrail'e mi
AHMET VAROL
BM Genel Kurulu'nda devlet yöneticilerinin buluştuğu ve konuşmalar yaptığı günlerde bir yandan da çok sayıda ülkenin Filistin'i resmen tanıması konusu gündeme geldi.
Tanımalarla eş zamanlı olarak Filistin meselesiyle ilgili birtakım çözüm önerileri ve formülleri de gündem oluşturdu.
Bu arada işgalci siyonistlerin Gazze'deki saldırıları, katliamları, yıkımları, aç bırakma uygulamaları vs. de devam ediyor. Ama Filistin'i resmen tanıyan ülkelerin işgalci katilleri katliamlarından ve aç bırakma uygulamalarından vazgeçmeye zorlama amaçlı müşahhas bir şey yapmadıkları da görünen bir bir gerçek. Bu arada, yönetimleri zorlayan asıl vicdan kalkışını temsil eden ve Gazze ablukasının kaldırılması için kapıları zorlayan Küresel Sumud Filosu da Gazze'ye doğru ilerliyor. O yüzden inşallah bu haftaki yazılarımızı bu konulara tahsis edeceğiz.
En başta Filistin'in, birçok ülke tarafından "resmen" tanınması konusuna değinelim:
En başta şunu belirtelim ki, her ne kadar asıl gayesi siyonist çetelerin devletleşmesine fırsat vermek olan ve Filistin topraklarında haksız bir paylaştırma yapan 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 sayılı BM Genel Kurulu kararı, adil olmasa da en azından bir denge politikası gözeterek Filistin topraklarının %45'lik kısmını Filistinlilere verdiği halde aradan geçen 79 yıllık süre içinde bir Filistin devleti kurulmasına fırsat verilmemesi, küresel sistemin ve onun başını çeken yönetimlerin bu konudaki samimiyetini sorgulamamızı haklı kılmaktadır.
İkinci olarak ortada reel değil farazi bir devlet bulunmaktadır ve tanınan işte bu farazi devlettir. Asıl önemli olan onun farazi olmaktan çıkarılıp gerçek devlete dönüştürülmesi için müşahhas adımlar atılmasıdır. Bu konuda şimdilik gözle görünür bir şey yok.
Üçüncü olarak Filistin'in resmen tanınması ve diplomatik alanda temsil hakkına kavuşturulması olumlu bir mahiyet arzetse de bu konuda sergilenen tutumların stratejik arka planını ve küresel sistemin siyasi hesaplarıyla ilişkili boyutunu da iyi görmek ve doğru okumak gerekir.
Bazı yönetimlerin bu konudaki tavırlarını samimi ve gerçekçi bulsak da, geçmişte olduğu gibi bugün de siyonist işgale sahip çıkma ve onun geleceğini garantiye alma konusundaki tutumlarının değişmediğini bildiğimiz ülkelerin kararlarının samimi ve gerçekçi olmaktan uzak, sosyopolitik sebeplere bağlı yeni gelişmeler karşısında yeniden tavır belirleme ihtiyacından doğan adımlar olduğundan şüphe etmiyoruz. Bu adımlar, şeklen işgal rejimine ve onun katliamlarına karşı tavır alma gibi lanse edilse de gerçekte hem kendilerini hem de siyonist işgal rejimini zorlayan gelişmelerin tansiyonunu düşürme ihtiyacından doğmuştur.