"Barış"ın tuzak yapılması: Oslo İlkeler Anlaşması

"Barış"ın tuzak yapılması: Oslo İlkeler Anlaşması

AHMET VAROL

13 Eylül, Gazze-Eriha Anlaşması olarak da bilinen Oslo İlkeler Anlaşması'nın yıldönümüdür. Gerçekte bir ihanet süreci olan ancak siyonist işgal rejiminin kazanımlarına sevimli bir kılıf geçirmek amacıyla "barış süreci" diye adlandırılan görüşmelerin ilk ürünü niteliğindeki bu anlaşma 13 Eylül 1993'te imzalandı.

Bu anlaşma adından da anlaşılacağı üzere daha sonra imzalanacak anlaşmaların ön şartlarını belirleyen ancak meselelere müşahhas bir çözüm getirmeyen prensipler anlaşmasıydı.

İşgal rejiminin bu anlaşmayla elde ettiği en önemli kazanç ise "Filistin heyeti" sıfatıyla görüşmelere katılan ama normalde Filistin halkını temsil etmeyen grubun İsrail'i resmen tanıması ve işgale karşı fiili mücadeleyi reddetmesiydi.

Ben o zaman bu anlaşma hakkında yaptığım yorumlarda, bunun bir "barış" değil işgal rejiminin gasp etmiş olduğu topraklar üzerindeki tahakkümünün meşrulaştırılması ve Filistinlilerin zorla ellerinden alınan haklarının geri verilmesi taleplerinin önüne set çekilmesi olduğuna dikkat çekmiş; ayrıca Filistin toprakları üzerinde siyonist işgalin varlığını sürdürmesi, öz yurtlarından çıkarılmış Filistinlilerin yeniden yurtlarına dönmelerine imkan verilmemesi durumunda gerçek bir barışın sağlanamayacağını dile getirmiştim.

Her şeyden önce bu anlaşmayla birlikte başlatılan sözde "barış" sürecinde Filistin lehine hiçbir gelişme olmadığı gibi, siyonist işgalin amaçlarının da her zaman "barış" gerçekliğinin önünde engel teşkil ettiğini, siyonist projeyle barışın aynı yerde durmasının mümkün olmadığını, söz konusu anlaşmanın imzalandığı tarihten bu yana geçen 32 yıllık süreç herhangi bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde gözler önüne sermiştir.

Oslo İlkeler Anlaşması, isminden anlaşılacağı üzere uygulamaya dair ayrıntılara girmeyen, genel prensipleri belirleyen bir çerçeve anlaşmasıydı. Kudüs'ün statüsü, mültecilerin dönüş hakkı, yerleşim yerlerinin durumu gibi en kritik başlıkları "nihai anlaşma" evresine erteledi. Bu erteleme, İsrail'in olup biteni kendi lehine yorumlamasına ve süreç boyunca ilave tavizler koparmasına alan açtı.

Anlaşma maddelerinin uygulamaya geçirilmesi belli bir tarih sürecine bağlanmıştı. Yani anlaşma bir bütün olarak bir çırpıda uygulamaya konmayıp maddeleri tedrici bir şekilde sırayla uygulamaya geçirilecekti. İsrail'in bunu yapmaktaki amacı FKÖ'den koparmak istediği tavizleri sonuna kadar almak ve onun üstlenmiş olduğu "İslâmi mücadeleyi durdurma, bağımsızlık mücadelesinin önüne geçme" gibi sorumlulukları yerine getirme konusunda ne derece başarılı olacağını görmekti. İsrail aynı zamanda belli bir zaman sürecinden sonra uygulamaya geçireceği maddeleri bir bakıma, kurulacak sözde özerk yönetimin belirtilen konulardaki başarısı şartına bağladığından bu yönetimi bu konularda gevşek davranmamaya teşvik etmek de istiyordu.Yani İsrail kendi alacaklarını belli garantilere bağlamıştı. Peki Filistin tarafının alacaklarının bir garantisi var mıydı ve bu konuda İsrail'e ne kadar güvenilebilecekti Garanti elbette yoktu ve İsrail'in geçmişte imzaladığı anlaşmalara genellikle uymaması ona güvenilemeyeceğini gösteriyordu.